Geç kalktım, Güney Kore-Yunanistan maçından bi bok anlamadım, Charisteas'la Karagounis'i kadroda görünce, kendimden umudu kesmemem gerektiğini, hepimiz için bir umut olabileceğini, Burak Kut'un bile "yeniden bir çıkış" yakaladığı bu dünyada yeise kapılmanın doğru olmadığını fark ettim. Akşama doğru ağarmış sakalıyla Maradona'yı kulubede hoplayıp zıplarken görünce Marx'ı görmüş gibi oldum, sevindim. Gece sevmediğim ülkeler oynarken, zamanında toprağında 3 yıl geçirmiş olduğumu tuttum ama yalan yok, Green'e de üzüldüm. İlker Yasin bezginliğiyle üç kere tekrarladım kendi kendime: "Yapma yeşil, yapma yeşil, yapma yeşil..."
Aha da günün maçları:
Yunanistan'ın yaş ortalaması dış borcuyla doğru orantılı artıyor
Günün açılış maçında Yunanistan, yaş ortalaması 78'e yaklaşan kadrosuyla Güney Kore karşısına çıktı. Seitaridis, Charisteas, Karagounis gibi futbolcuların öldüğünü ya da huzurevinde yaşadığını düşünen birçok futbolsever, Rehhagel'in ilk 11'ini görünce rahat bir nefes alırken, Güney Kore takımı da 2002 model retro bir performans sergiledi. Maçın daha başlarında Yunanistan'ı kendi silahıyla, yani duran toplarla vurarak, komşudaki iktisadi buhrana yeni bir boyut kazandıran Koreliler, ikinci yarıda gözüne projektör tutulmuş tavşan gibi sahada gezinen Yunanistan'ı, Ji Sung Park'ın golüyle bir kez daha cezalandırarak ilk maçtan muzaffer çıkan taraf oldu. Charisteas'ı, Seitaridis'i falan görünce, gözlerim ak başlı Nikopolidis'i de aramadı değil yalnız. Yunanistan bu turnuvada Yunan trajedisi olacak. Entel fitbol yazarlarımız maç yazılarını Sofokles'e bağlayarak bitirecek.
Ercan Taner, "Messi vurdu, Enyeamaaaaaaa..." diye bağıraydı
Dünya Kupası böyle bir şey. Tek maçlık yıldızlar yaratıyor, küçük takımların adı bilinmedik adamları birdenbire dünya yüzeyindeki cümle futbolseverin gönül köşküne kurulveriyor, adları akıldan çıkmıyor. Örnek mi: 86'da Negrete, 90'da Omam Bıyık, 94'de keli güzel Letchkov, 98'de Davor Suker, 2002'de bir başka keli güzel Hasan Şaş, 2006 yılında ise kritik golleri ve Tardellimsi gol sevinçleriyle Fabio Grosso. Böyle giderse Nijerya'nın 24 yaşındaki kalecisi Vincent Enyeama da onlardan biri olacak herhalde. Enyeama kardeşimiz Arjantin maçında bir yan top dışında hiç hata yapmadığı gibi Messi'nin her seferinde daha ince gördüğü, her seferinde daha pis yere gönderdiği üç plasesini birden kurtararak aklımızı aldı. Yalnız Arjantin eski zamanların Brezilyası gibi bu turnuvada. Hücum tıkırında, Messi hallaç pamuğu gibi atıyor da (Ömer Üründül "Messi'yi izlemek bir zevk," demiş, sonra da küfrediyorsunuz Ömer Abim'e. Ne deseydi?); savunmanın iki at kuyruklusu Gutierrez ve De Michelis, Güney Amerikalı birer Yasin Çakmak gibi bas bas bağırıyorlar: "Her an hata yapıp takımı yakabiliriz lan. Saatli bombayız biz, çok fenayız..."
"Yeşil" İngiltere
Gidip görmedik ama filmlerden, kitaplardan biliriz, İngiltere yeşil memlekettir hakkaten; kalecileri de öyledir. Kaleci yetiştiremiyoruz diye vahvahlanmak yerine, İngiltere'nin hâli pür melâline bakıp ibret alsak daha iyi olmaz mı sevgili Erfurtulular. Gordon Banks'i, Peter Shilton'ı yetiştirmiş, futbolun beşiği olmakla şişinen memleket doğru dürüst bir kalecisi olmadığı için aldığı maçı geri veriyor, "ulan keşke Almunia'yı İngiliz yapsaydık, adını da Türkler'in Aurelio'ya yaptığı gibi Jonathan koysaydık" diye kederleniyor. Ha üzüldük mü bu duruma? Elbette hayır. İngiltere'ye bir gıcıksam, Capello'ya iki gıcığım arkadaş. Tencere-kapak gibi uydular birbirlerine, "benden nefret et" diye bağırıyorlar. Kahpe kader, ABD'yi bile destekletti bize bu gece...
PAZAR KEHANETLERİ:
Cezayir - Slovenya
Ahmet Çakar'ın deyimiyle "sıkıntılı" bir maç olur. Vuvuzelası bol olursa, kahvaltının üstüne fon müziği yerine geçer anca. Slovenya'nın forması değişik yalnız. Böyle kalp grafisi gibi, iktisat göstergesi gibi, kaldırıma işeyen adamın bıraktığı iz gibi deseni var...
Gana - Sırbistan
Afrika takımlarını tutuyorum da Sırbistan da turnuvadaki "karanlık at"ım. Bol gol olur, güzel maç olur. Hem Pantelic'i özledik lan fahri Hertha taraftarları olarak.
Almanya - Avustralya
Ballack sakatlanınca Schweini'ye sordular, "Kaptan kim olsun?" diye. "Van Bommel" diye cevap verdi. Almanya'nın kaptanı arıza adam olmalı, pis olmalı, çakıldaklı olmalı, bela olmalı. Yeni kaptan Lahm akıllı oğlandır da, gece Taksim'de omuz atsan arkasına bakmadan kaçar. Oysa bir Kahn, bir Effenberg olsaydı, o omzu eline verirdi. Velhasıl, Almanya yine de kazanır ama ittire kaktıra...
Rehavet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder