Bugünlerde okumakta olduğum "Manzaradan Parçalar - Hayat,
Sokaklar, Edebiyat" adlı kitap ise bizden bir yazarın, Orhan
Pamuk'un son kitabı. Çocukluk yıllarından bu yaşına (58) kadar kendisinde iz
bırakan olayları, mekanları ve anıları son derece samimi bir dille anlatmış
Pamuk. Romanlarındaki gibi öyle uzun uzadıya betimlemelere yer veren, bir
sayfayı bulan cümleler de olmadığı için gerçekten bir çırpıda
okunan sıcak bir kitap.
Elime aldığımda, "Acaba Orhan Pamuk'un futbolla arası nasıl? Onu da bu
vesileyle öğrenebilecek miyim?" diye aklımdan geçirdim.
Sanırım son Nobel edebiyat ödülü sahibi Mario Vargas
Llosa'nın geçenlerde basına yansıyan ve futbolla ilgili ilginç
açıklamaları bende bu merakı tetikledi.
Nitekim yanılmamışım; Orhan Pamuk'un kitabında bir bölüm Alman Der Spiegel
dergisinin kendisiyle yaptığı ve sadece futbol üzerine görüşlerinin yer
aldığı röportaja ayrılmış.
Büyük keyifle okudum.
İlginç bulduğum hatta benzer duyguları paylaştığım bazı bölümleri
buraya aktarmak istiyorum:
- Niye Fenerbahçe? (Alman dergisi damardan
girmiş!)
- Bu işler din gibidir, sorulmaz. Fenerbahçe'nin 1959'daki takımını tıpkı Masumiyet
Müzesi'nin kahramanlarından biri gibi, ezberden sayabilirim. Tabii
ki Fenerbahçeli olmam, babamla, onunla özdeşleşmemle ilgili. Numaralı
tribünde, şeref tribünün yanında bir yerde kalın enselilerle birlikte maç
seyrederdik. Bu tribünün zengin seyircileri, işçilerini aptal bulan, küfreden
kapitalistler gibi futbolculara durmadan yukarıdan küfrederlerdi. (demek ki
pek bir şey değişmemiş 50'li yıllardan bu yana... Küfürlerin artık çalışılmış ve koro
halinde söylenmesini saymazsanız tabii)
Benim futbol zevkim, futbolcuları aşağılamanın, öteki takımı
"alçak düşman" gibi görmenin zevklerine değil, futbolculara
tapınmaya, hayranlık duymaya dayanır. Benim futbol kahramanım, sakat olduğu
halde, topallayarak son anda oyuna giren ve seksen dokuzuncu dakikada gol
atarak takımı, milleti, herkesi kurtaran oyuncudur. (Benim de, ah! Benim
de...)
- Futbol hakkında edebi bir şeyler yazmayı düşündünüz mü?
- Stadyum tabii ki, dramın cereyan ettiği bir sahnedir. Bir gol bütün bir
kupayı, bir yılı temsil edebilir. Ama futbol görseldir, edebiyat ise sözel.
Ayrıca futbola gazeteci yaklaşımını, yani şike, mafya gibi konuları da çok
sevmiyorum. Futbolu, ne kadar yolsuzluğa battığını merak edecek kadar ciddiye
almıyorum. Futbolun benim için bir çocukluk masalı olarak kalmasını isterim.(Ben
de isterdim...) Belki buna inanmak da artık zor olduğu için futbola ilgimi
kaybettim. (Ben denedim ama kaybedemedim!)
- Günümüz Türk futbolu ülkenin hali hakkında size ne söylüyor?
- Eski Portekiz diktatörü Salazar'ın "Ülkeyi futbolla yönetiyorum"
dediği söylenir. Onun için futbol halkının afyonu, halkı susturup
sakinleştirmenin bir aracıydı. Bizde de böyle olsa çok şikayet etmezdim. Çünkü
futbol bizde halkı sakinleştirmek için değil, azdırmak için, milliyetçilik,
yabancı düşmanlığı ve otoriter düşünceyi yaymak için kullanılıyor. Ayrıca
futbolda milliyetçiliği galibiyetlerin değil, kaybedilen maçların körüklediğini
düşünüyorum.
- Futboldan ne öğrenilebilir?
- Çok şey. Her ülkenin, insanının yeri, kültürü, insanlarının dili, dini,
rengi ne olursa olsun, bizim gibi olduklarını, onların da birer Fenerbahçeleri
olduğunu ve onlara saygı duymayı öğrenebiliriz. ama öğreniyor muyuz,
şüpheliyim. Futbol ayrıca oyuncuları tek tek zayıf olmasına rağmen kafayı
kullanırlarsa bir takımın güçlü olabileceğini de öğretir ya da bunun tam
tersinin de doğru olduğunu öğrenebiliriz futboldan.
- Alber Camus "ahlak ve başkalarına saygı hakkında
öğrendiklerimi futbola borçluyum" demiş bir kere.
- Bu 1930'ların Cezayir'i için doğru olabilir, ama günümüzde futboldan ahlak
dersi almak saflık olur.
- Futboldan nasıl uzaklaştınız?
- Bana futbolu sevdiren ailem, babam, ağabeyim, herkes dağılmıştı.Yurt
dışından döndüğümde yalnız bir romancı olmuştum. Futbol herkesle birlikte -din
gibi- tadına varılacak bir şey. Yalnız bir romancının değil tesellisi,
eğlencesi bile olamaz futbol. (kusura bakmasın üstat ama, işte burada
halt etmiş!)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder