31 Ocak 2009 Cumartesi

14

Roger Federer'in yarın kazandığı takdirde Pete Sampras'ın 14 grand slam şampiyonluğu rekorunu egale edecek olması bütün turnuva, özellikle de geride kalan 3-4 gün içerisinde oldukça fazla yazılıp çizildi. Rekorun en azından yarın öğlene kadar tek başına sahibi konumundaki Pete Sampras, Federer'in henüz 27 yaşında olduğunu ve rekoru rahatlıkla 18-19 grand slam'e çıkarabileceğini söylemiş. Yalnız ben Sampras'ın bu rekoru kırarken bu kadar fazla tantana yapıldığını hatırlamıyorum. O zaman önemsizdi şimdi mi bu kadar önemli oldu...

pazar gündemi...

Herhalde çok sık karşılaştığımız birşey değil dünya üzerindeki önemli iki spor etkinliğinin aynı pazar gününe denk gelmesi. Son iki yıldır böyle. Önce sabah 10.30'da bizden 9 saat ileride, 10 bin kilometre ötedeki Güney Okyanusu kenarındaki Melbourne'de oynanacak olan Roger Federer- Rafael Nadal maçını izleyeceğiz kısmetse. Aradan 12 saat geçtikten sonra ise 7 saat geriden bizi takip eden, 10 bin kilometre ötedeki Meksika Körfezi kenarında yer alan Tampa'da oynanacak olan Super Bowl finali izlemeyi umacağız. Avustralya Açık'ın finalini Eurosport'tan seyretmemiz garanti, Super Bowl'un finali için bu kadar kesin konuşamıyoruz. Belki NTVSpor bir son dakika sürprizi yapar ve gece 01.00'de başlayacak maçı yayınlar. Öyle olmazsa geçen yıl ARD'den seyretmiştik, bu yıl da onlar yayınlarsa izleriz. Olmazsa başka kimler yayınlıyor ona bakarız. Geçen yılki kadar sürpriz bir Super Bowl bekliyorum. Steelers çok formda ama Cardinals ilk defa çıktığı Super Bowl'da da bir sürpriz yapar mı diyorum. Larry Fitzgerald son 3 maçtaki gibi oynarsa Cardinals bir ilke imza atabilir. Spors Illustrated her iki takımın da kazanması için sahip oldukları 5 faktörü yazmış, yazmakla da kalmamış yayımlanmış. Biz de Super Bowl sabahı yazarız SI'ın kurgularını.
Güzel bir pazar bizi bekliyor sabahıyla, gecesiyle... Fotoğraf: Michael Heiman/Getty Images

leverkusen'in son dakika vurgunu

Alman futbolunun en büyük yıldızlarından biri olacak Toni Kroos. En azından beklentiler o yönde. Podolski, Sosa'nın 11'i görmediği Bayern'de onun da forma bulması imkansız gibiydi. Sezonun ilk yarısında 2 kere maça başlayan 11'de yer aldı, 5 kere de sonradan oyuna girdi. 19 yaşındaki biri için oynamanın gerektiğinin farkında olsa gerek ki Leverkusen'e gitmek istemiş -Rudi Vöeller öyle demiş- Bayern de onu 1.5 yıllığına kiralamış. Vasat üstü futbol oynayan, baskının hissedilmediği bir takımda oynamak Kroos'a çok şey katacaktır. Phillip Lahm'ın Stuttgart'ta aldığı eğitimin bir benzeri alıp onun kadar da gelişim gösterirse 2010-2011 sezonu için Bayern'in orta sahasına bir süper yıldız katılacaktır. Var olabilecek tek sorun ise 2010-2011 sezonu sonunda Toni Kroos'un sözleşmesinin sona erecek olması. Bayern'in onu tutması kolay olmayacak gibi.

en yeni napolili

nadal & federer

Roger Federer yarın ki final maçına 2 gün 21 saat dinlenmiş olarak çıkacak. Buna karşın cuma günü 5 saat 14 dakika kortta kalan Rafael Nadal ise 1 gün 18 saat boyunca dinlenebilmiş olacak final maçı öncesi.

en sonunda dunga...

Dunga bitmek bilmeyen inadından vazgeçti ve 11 Şubat'ta İtalya ile oynanacak hazırlık maçı için sakatlanan Luis Fabiano yerine Amauri'yi kadroya aldı. Juventuslu futbolcu için eğer oynarsa çok ilginç bir maç olacak. Formasını giymek için ikilemde kaldığı iki ülke arasındaki bir maçta ilk kez milli formayı giymek de 40 milyonda bir ihtimaldir. O ihtimal de Amauri'ye isabet etmiştir. 28 Yaşına gelip de, İtalya gibi bir ülkede futbol oynayıp, sezon başına da ortalama 10 gol atıp buna karşın milli takım forması bugüne kadar giyememek de ayrı bir hikayedir...

kovuldun!

Haberi okuyunca "adamların kovacak baş scoutları var" var dedim kendi kendime. Bizim takımlarımıza baktığımızda oyuncu transferleriyle ilgili bırakın baş scoutu, normal sıradan scoutlar bile söz konusu değil.
Neyse biz posta neden olan olaya geri dönelim. Gelecek ay Villarreal ile Şampiyonlar Ligi son 16'sında karşılaşacak olan Panathinaikos'ta ocak ayı boyunca adam akıllı transfer yapılamamasının faurası baş scout Jasmiko Veliç'e çıkarılmış. Ara transfer döneminde Ajaxlı Leonardo'dan Zaragozalı Ricardo Oliveira'ya kadar bir sürü ismi kadrosuna katmak isteyen PAO, Brezilyalı defans oyuncusu David ile Jakub Wawrzyniak dışında bir isimle anlaşamadı. PAO'lu yöneticiler Henk ten Cate'yle de çok fazla anlaşamayan Bosnalı scout'un görevine son vermişler yaşanılan bu ara transfer dönemi fiyaskosunun ardından. Bundan böyle Hollandalı teknik adam transferde de tam söz sahibi olur artık. Gerçi Villarreal karşısında alınacak başarısı bir sonuç zaten ligde idiası kalmayan PAO'yu 100. yılında karıştırabilir. Henk ten Cate Atina'da sezon sonunu göremeyebilir.

para & etik

fitness testi

Bu videodan önce takımların sezon öncesi yaptıkları fitness testi hakkında pek de fazla fikrim yoktu. Sağolsun FC Dallas, Vimeo'daki sayfalarında geçtiğimiz hafta yaptıkları sezon öncesi fitness testi hakkında bir video yayınlamış. Biz de bu videoyu yukarıya aldık.

tampa bay super bowl'a hazır

aj milano

Avrupa basketbolunda sezonun en takdir edilesi takımıdır AJ Milano. Hem İtalya'da hem de Avrupa'da felaket başlayan bir sezonun ardından toparlamayı başardı takımı coach Bucchi. Onların bu sezon yaptıklarını, Phoenix Suns'ın 97-98 sezonunda 0-13 başladıkları fakat sezonu 42-40'lık performansla tamamlamalarının küçük bir örneği olarak görüyorum. Euroleague'de grup maçlarına 0-4 ile başlamıştı AJ Milano. Hatta bir ara grubun averaj denilmeye başlanmışken sihirli bir dokunuş misali Efes Pilsen ile İstanbul'da oynadıkları maç dışında bütün maçlarını kazanarak Top 16'ya grup 3. olarak kalmayı başardılar. Top 16'ya da iyi başladı Giorgio Armani'nin takımı. Olympiakos'un yenilmesi zaten ilk haftanın da en büyük sürpriziydi. Üstelik AJ Milano'nun kadrosu çok da ahım şahım değil. Takıma bu hafta katılan Hollis Price ile ne yapacağını bilmediğimiz el bombası kıvamındaki Maurice Taylor'ı bir kenara bıraktığımızda takımın en önemnli hücum silahı David Hawkins. Ki onun da günü gününe uymaz, ya atar ya da hiç atamaz. Tamam kabul Mike Hall, Pepe Sow, Mason Rocca çok da vasat altı bir pota altı değil ama bu kadronun Top 16'ya kalması bile sürprizdi. Olympiakos maçının ardından Prokom deplasmanından alınacak galibiyet İtalyanları ilk iki için sürpriz aday yapacaktır. Konumuz AJ Milano olsa da Olympiqkos ile ilgili bir hususa değinmeden geçemeyeceğim. Yannakis'in eline Avrupa'nın en geniş ve alternatifli kadrolarından biri olmasına karşın Yunanlı teknik adamın takıma katılalı 24 saat bile olmamış Jannero Pargo'yu 20 dakikanın üzerinde oynatması da nasıl bir karardır anlamadım. İnsan kadrosuna bu kadar mı güvenmez de oyun setlerini daha bilmeyen, kim hücum setlerinde ne yaparı bilmeyen bir adamı oynatır...

30 Ocak 2009 Cuma

allah gözünü doyursun!

Avustralya Açık'ın bayanlardaki finalistleri belli oldu. Benim açımdan sevmediğim iki ismin bu finali oynayacak olması maçı anlamsız kılıyor.
Dünkü çocuk Safina'nın finale çıkmasıyla bayan tenisinin ne kadar hızlı bir değişim geçirdiğini de bir kere daha anladım. Bizim çocukluğumuzda Gabriela Sabatini, Monica Seles, Conchita Martinez ve Arantxa Sánchez Vicario ve Steffi Graf ablaların isimlerini sayardık. 90'ların ikinci yarısında İspanyolların yerini alan Martina Hingis kardeşimiz ve parlayan ama sonra da batan Jennifer Capriati'yi izler olduk. Lindsay Davenport ise bir tenisçiden daha çok mürebbiyeyi andırıyordu. Zamanında uyuz olurduk ama şimdi "harbi tenisçiymişsin" derim kendisi için. 2000'lı yıllarda ise kim kimdir, ne nedir demek için 10 dakika harcamam gerekiyor. Belçikalılar, Ruslar havada uçuşan isimler benim için. Bu kargaşa ortamında takdir edilesi isimlerdir Williams kardeşler. Her ne kadar Rehavet kardeşimizin tabiriyle manda kasa Mercedesleri andırsalar da 10 yıldır WTA turun içinde kendilerinden söz ettiriyorlar. Venus de biraz düşüş olsa da Serena çoğu zaman Ruslar'ı alt etmeyi başarıyor. Yarın sabah kariyerinin 10. Grand Slam zaferini kazanmak için Rod Laver Arena'ya çıkacak olan Serana, bir rekora da imza attı. Avustralya'da kazanacağı minimum ödül de hesaba katıldığı zaman Serena Williams tüm zamanların en fazla para ödülü kazanan bayan sporcusu oldu. 1995'te başladığı profesyonel kariyeri boyunca 22 milyon 700 bin dolar para ödülü kazanan Serena, bu kategoride ilk sıraya yerleşti. Williamsların küçük olanı böylece Lindsay Davenport'u 500 bin dolar, golfçü Annika Sorenstam'ı da 150 bin dolar geride bırakmayı başardı. Kariyerinin ilk para ödülünü 1995'te Kanada'da katıldığı bir turnuva da 240 dolarla kazanan Serena'ya; "Allah gözünü doyursun kızım!" diyoruz.

29 Ocak 2009 Perşembe

rod laver arena'nın çatısı #2

"Oyun benim istediğim gibi gidiyordu. Kortun üstü açıkken çok iyi oynuyordum. Kortun üstünü niye kapattılar bir türlü anlamadım"
Svetlana Kuznetsova'nın Serena Williams ile oynadığı, setlerde de 1-0 önde olduğu anda kortun kapatılması ile ara verilen ve daha sonra tekrar başlayan çeyrek final maçı sonrasındaki görüşü. (Kuznetsova maçı 2-1 kaybetti.)

espn kapakları #15

Spor dergiciliği denildiğinde en azından tasarım olarak herkesten 1 adım önde olduğunu kabul etmek gerekir ESPN Magazine'in. Her sayısını keyifle okuduğum ender dergilerdendir. Bir sonraki sayısının elime ulaşmasını daha bir sabırsızlıkla beklememin nedeni oldu yukarıdaki kapak. Derginin Kobe'nin Barcelona formalı kapağı dışında söz konusu sayısı için fazla bir bilgimiz yok. Sağolsun "machochip" kapağı sitesine taşımış da herkes ondan araklamış. Sayı elimize ulaştığında daha fazla bilgi sahibi olur, ayrıca bir post da yazarız konuyla ilgili.

forma satışında kobe #1

Üstüste iki Kobe Bryant postu yazmak kısmetmiş. NBA'in New York'taki mağazası ve NBA.com'un online satış sitesinden alınan veriler bu sezonun başından beri en fazla forması satılan oyuncunun Kobe Bryant olduğunu gösteriyor. Geçen sezon da bu kategoride ilk sırada kendisi bulunuyor. İlk sırada Kobe'nin bulunması beni o kadar şaşırtmadı. Fakat ikinci sırada LeBron James olur derken, Kevin Garnett'in yer almasını oldukça ilginç buldum. ilk 10'a bakınca Nate Robinson neden bu kadar çok forma satmış bir türlü anlayamadım

"işimiz vodoo'ya kaldı"

Yukarıdaki resim Meksika'nın en fazla okunan günlük gazetelerinden Record'da yayınlanan bir ilana ait. Meksikalılar milli takımın bir önceki eleme grubunda gösterdiği performanstan dolayı 2010 Dünya Kupası'nın son grup elemelerinde başarılı olacağı konusundan şüpheci biraz da ümitsiz. 11 Şubat'ta Ohio'da Birleşik Devletler ile oynanacak olan grup maçı öncesinde Meksikalılar, vodoo büyüsü yapması için RadioShack'lardaki ABD'li futbolcu kuklalarını almaya davet ediliyor. "Sahada oynanan futbolla onları yenmemiz zor, işimiz vodoo'ya kaldı" mantığıdır bu. Meksikalılar maçtan galibiyetle ayrılırsa bilin ki bunun sebebi Sven Göran Erikkson değil, vodoo'dur...
Fotoğraf: LUIS ACOSTA/AFP/Getty Images

rod laver arena'nın çatısı #1

"Kimse burada nasıl çalışacağını bilmiyor gibi. Hava sıcaklığı 40 dereceye ulaştığında çatıyı kapatmanız gerekir. Benim için gerçekten sürprizdi çünkü tahminler hava sıcaklığının bugün 41, yarın da 43 derece olacağını gösteriyordu. Ayın en sıcak haftasını yaşarken neden Rod Laver Arena'nın üstü kapatılmıyor."
Elena Dementieva'nın Carla Suaraz Navarro'yu 2-0 yendiği çeyrek final maçının ardından Rod Laver Arena'nın üstünün kapatılmaması ile ilgili olarak organizasyopn komitesine yönelik yaptığı eleştiri.

en yeni belçikalı!

Igor De Camargo, 2000 yılında henüz 17 yaşındayken Belçika'ya ayak bana bir Brezilyalı futbolcu. O günden bu yana kariyerini Belçika 1. Ligi'nde süldüren De Camargo, Genk ile başlayan yolculuğuna Heusden-Zolder, FC Brussels ve son 3 sezondur da Standard Liege ile sürdürüyor. Son iki sezonda yaşadığı sakatlıklar nedeniyle özellikle geçtiğimiz sezon Milan Jovanovic ve Dieumerci Mbokani ikilisinin de çok formda olmasından dolayı zaman zaman 11'de bulamamıştı De Camargo. Sezon başında Liege'in başına geçen Laszlo Bölöni, Brezilya asıllı Belçikalı forveti farklı bir şekilde 11'e kattı. Everton'a giden Marouane Fellaini'nin orta sahadaki boşluğunu De Camargo ile gidermeyi deneyen Romen teknik adam bu çözümünde başarılı oldu.
Igor De Camargo'nun sergilediği performans memnun verici olmalı ki milli takım teknik direktörü René Vandereycken onu, 11 Şubat'ta Slovenya ile oynanacak olan hazırlık maçının kadrosuna çağırmış. Belçika vatandaşlığına geçen daha sonra da Brezilyalı futbolculara hem Belçika kamuoyu hem de futbolseverler yabancı değil. Bundan 12-13 yıl önce oynadığımız bir Belçika maçı vardır hani Oktay'ın bütün Belçika takımını ipe dizer şekilde geçerek attığı gole karşın bizim de rakip takımdan Fiorentinalı Luis Oliveira'yı seyrettiğimiz. De Camargo, Luis Oliveira'dan sonra Belçika formasını giyecek ikinci Brezilyalı. O da vatandaşı Oliveira gibi ana dili gibi Fransızca ve Felemenkçe konuşabiliyor. Yani Belçika vatandaşlığının ve milli takımın hakkını veriyor...

ne oldu sana ne oldu böyle?

Çok değil 2 yıl önce emekliliğini ilan etmişti Ian Thorpe. Aradan geçen 2 yıl sonunda durum yukarıdaki gibidir. Nerde o havuzda rekorlar kıran Thorpe, nerde Dolans Bay sahillerinde dolaşan bu hımbıl Thorpe....

28 Ocak 2009 Çarşamba

melbourne'un sıcakları

Bu kadar çok sporcunun sıcaktan rahatsızlandığını düşünürsek geride kalan 10 gün içerisinde seyircilerden zahiyat olmamasına sevinmek gerek Avustralta Açık'ta. Melbourne'de hava dayanılamayacak derecede sıcaklığa ulaştı. Öğlen 2'de termometre 41 dereceye gösterince şu sıralar hâlihazırda 3. seti oynanan Serena Williams ile Svetlana Kuznetsova arasındaki çeyrek final maçının yarısında Rod Laver Arena'nın üstü kapatıldı. Zaten kapatılmasa ya seyircilerden ya da Williams-Kuznetsova ikilisinden biri fenalık geçirecekti muhtemelen. Serena'nın kıyafeti sıcaklığın tenisçileri ne kadar etkilediğini göstermeye yetiyor. Bu maçı Djokovic başta olmak üzere sıcaktan fenalaşan tenisçiler izliyorsa organizasyon komitesine iyi küfür ediyordur kesin...

aranan 49'lu

Sol Campbell'ı taciz eden 16 Tottenham Hotspur taraftarının neredeyse hepsi kamuoyuna dağıtıılan fotoğraflar ve gelen ihbarlar sonucunda yakalanmıştı. Bu olaydan alınan sonuç memnun verici olsa gerek ki Manchester Polis Departmanı, UEFA Kupası finalinden tam 8 ay sonra final gecesi yaşanılan olaylardan sorumlu olduğuna inanılan ve polis kamerasıyla tespit edilen 49 kişinin resmini Manchester Polis Departmanının resmi İnternet sitesinde yayınladı. Bu 49 kişinin, 39 polisin yaralanmasıyla sonuçlanan maç sonrası olaylarda etkili olduğu, olayların başlamasında ve büyümesinde "esas adamlar" oldukları düşünülüyor. Hatta fotoğrafları dağıttıklarına göre düşünmüyorlar, eminler. Konuyla ilgili bilgisi olan kişiler, Manchester Polis Departmanının İnternet sayfasına girip, ilgili formu doldurabiliyorlar. Youtube ve benzeri sosyal ağlara da geçilen fotoğraflar sonucunda bakalım kaç holigan yakalanacak...

27 Ocak 2009 Salı

estádio das dunas

Günü 2014 Dünya Kupası'yla ilgili bir postla bitirelim. Brezilya'daki dünya kupasına ev sahipliği yapacak şehirlerden biri de ülkenin doğusunda yer alan denize komşu eyaletlerden Rio Grande do Norte'nin başkenti Natal. 790 bin kişilk şehirde kupa maçlarının oynanacağı Estádio das Dunas'ın inşaatını HOK SVE adlı İngiliz şirket üstlendi. Emirates, Wembley ve Sydney Olimpiyat Stadyumuları'nın da inşaatını yapan şirket, 1 milyar Brezilya Reali -yaklaşık 426 milyon dolar- karşılığında maket resimleri yukarıda görünen stadyumu inşa edecek. 300 milyon metrekare üzerine kurulacak stadyumun etrafında yok yok. Yeraltı otoparkı, rezidans, otel, tiyatro, alışveriş merkezi, ormanların yanı sıra şehir meclisi ve yerel yönetim binalarını da barındıracak. Stadyum değil ufak bir şehir gibi gürünüyor mübarek. Proje arzulandığı gibi sonuçlanırsa dünyanın en güzel stadyumlarından birine ev sahipliği yapacaktır Natal.

güney amerika'nın futbol müzesi

Güney Amerika Futbol Federasyonları Birliği (CONMEBOL) tarafından yaptırılan Güney Amerika Futbol Müzesi, 30 Ocak'ta Sepp Blatter tarafından açılacak. 11 hektarlık alana -gereksiz bir bilgi ya neyse- yaptırılan müzenin içerisinde bir de sergi alanı olacakmış. Müze, CONMEBOL'un da merkezinin bulunduğu Paraguay'ın Luque kentinde bulunuyor. Luque sadece CONMEBOL'un merkezi değil aynı zamanda José Luis Chilavert'in de doğduğu şehir.

pargo atina'da

Hafta sonunun dedikodusu en sonunda gerçekleşti. Jannero Pargo Top 16'nın başlamasına 1 gün kala Atina'ya geldi Olympiakos'a imzayı attı. Yannakis yine dört ayağının üstüne düştü...

capello zorda!

Fabio Capello Milan-Genoa maçını izlemek için Milano'ya gelmiş. Gelmişken de bir televizyon şovuna konuk olmuş. Şovda gösteri yapan dansçı kadın Capello'yu bir hayli terletmiş! olsa gerek...

ibisevic'in yerine sanogo.

Bundesliga'da ilk yarının gol kralı Vedad Ibisevic'in beklenmeyen sakatlığı ve sezonu kapaması Hoffenheim'ın zirve yarışındaki şansını oldukça aza indirdiği düşünülüyordu. İkinci yarının başlamasına 3 gün kala Hoffenheim'ın Bosnalı forvetin yerini Bremen'de çok fazla şans bulamayan Boubacar Sanogo ile doldurmaya karar verdi. Sezon sonuna kadar kiralanan Fildişili futbolcuyu satın alma opsiyonuna da sahip olacak Hoffenheim. Sanogo'nun her gittiği takımda disiplin sorunları yaşadığını biliniyor. Bu sorunlarını Hoffenheim'a taşımazsa muhtemelen 11'in değişmez ismi olur. Belki de Hamburg ve Bremen'de arayıp da bulamadığı ortamı Ralf Rangnick'in takımında bulur.

global kriz #25

eriksson'un işi zor

Meksika Futbol Federasyonu dışında kimse Sven Göran Erikkson'u milli takımın başında istemiyor. Futbolcular da dahil olmak üzere İsveçli'nin bu iş için doğru kişi olmadığını düşünüyor ki bu durum sahada oynanan futbola ve alınan sonuçlara da yansıyor.
Dünya Kupası elemelerinde son aşamaya averaj ile kalabilmişti Meksika. Bu durum basın tarafında da fena halde eleştirilmiş, Eriksson yerden yere vurulmuştu. İsveçli'nin "Meksika basınına" göre son vukuatı İsveç ile yarın oynanacak olan hazırlık maçı için açıkladığı kadro. İsveçli aday kadroya 4 sonradan Meksika vatandaşı olan isim çağrınca basın kıyameti kopardı. Brezilya asıllı Antonio Naelson ve Leandro Augusto ile Arjantin asıllı Lucas Ayala ve Matias Vuoso, Erikkson'un kadroya eklediği dört isim. Bu dört isimden Antonio Naelson ve Matias Vuoso zaten milli takım forması giyen isimlerdi. Naelson 2004'ten, Vuoso da geçtiğimiz Ağustos'tan beri milli takıma çağrılıyor. Basının bu dört isimden Atlas forması giyen orta saha oyuncusu Lucas Ayala ile sorunu bulunuyor. Daha doğrusu yetenekli Meksikalı isimler varken neden Ayala tercih edildi sorusu soruluyor. İsveçli'nin konu hakkında geri adım atmaya niyeti yok. Bunu düzenlendiği basın toplantısında da belirtti. Erikkson, Meksika pasaportuna sahip herhangi bir oyuncuyu milli takımda oynatabileceğini, devlet başkanını seçmek için oy veren bir kişiyi milli takımda oynatmamanın tuhaf olacağını söyledi. Tabi basın bu cevaplardan memnun değil. Amerika ile oynanacak dünya kupası eleme grubu maçında alınacak istenmeyen bir sonuç Sven Göran Erikkson'unu görevinden edebilir. Meksika Futbol Federasyonu da engel olamaz üstelik, İsveçli'nin olmayan kredisinin çoktan dolmuş olduğunu düşünürsek bir de.

tuhaf bir final serisi

Hyundai A-League'de normal sezon sona erdi. Geçtiğimiz sezonun şampiyonu Newcastle Jets'in sonuncu, transfer sezonunun gözde ekibi Sydney FC'nin ilk dördün dışında kaldığı normal sezon sonunda Melbourne Victory, Adelaide United, Queensland Roar ve Central Coast Mariners şampiyonluk için mücadele edecek. Tabi tuhaf bir final-playoff serisi söz konusu A-League'de. Düşünen arkadaşı tebrik etmek lazım. Normal bir playoff serisinde 1. ile 4., 2. ile de 3. karşılaşır. Fakat A-League'de 1. ile 2., 3. ile 4. iki maçlı eleminasyon sistemi ile karşılaşıyor. Major semi final adı verilen 1. ile 2.'nin mücadelesinden üstünlük sağlayan takım "Grand Final"a yükseliyor. Kaybeden ise sezon bitti diye üzülmüyor. Çünkü 3. ile 4.'nün Minor semi final adı verilen mücadelesinden galip ayrılan taraf ile Major finalin kaybeden tarafı Grand final'a çıkmak için mücadele ediyor. Bu tek maç üzerinden oynanan Preliminary final ise Major final'ı kaybedinin sahasında oynanıyor. İşin özetini yapmak gerekirse 3. ile 4. arasında kazanan olsanız bile finale çıkmanız için deplasmanda 1. ile 2.'nin mücadelesinin kaybedenini ile deplasmanda yenmeniz gerekiyor. Garip ve yorucu bir sistem A-League'in ki. Tamam bu işten taraftar ve futbol seyircisi kazançlı çıkıyor. Ama bu kadar ilginç bir sistem de zor bulunur...

shimizu s-pulse 2009-2010

ayılanlar, bayılanlar & sakatlananlar

Tuhaf bir Avustralya Açık geçiyor. Maçlarda mücadeleden çok hava sıcaklığının tenisçileri nasıl etkilediğini görüyoruz. Buna bir de sakatlıklar eklenince sürprizler beklediğimiz bir turnuva oldukça sıradanlaştı. Gael Monfils'in elinden sakatlanması, Novak Djokovic'in sıcaktan etkilenmesi -ki organizasyon komitesinin maç takvimini belirlerken yaptıkları yanlışların da bu durumun oluşmasında etkili olduğunu düşünüyorum (gece 3'te biten Baghdatis maçının ardından öğlen 3'e konulan Djokovic maçı gibi)- Erkeklerde iki Fransız Simon ve Tsongo'nun ekstra performansı ile Nadal'ı devre dışı bırakmaları tekdüze bir finalden kurtarır bizi. Andy Roddick'in Roger Federer karşısında çok da fazla şansı olduğunu düşünmüyorum. Hele ki bugünkü del Potro maçını seyrettikten sonra. İsviçreli turnuvanın başındaki durgunluğunu 2 vites arttırarak geride bırakmış görünüyor.
Bayanlarda kimin finalist olacağını söylemek pek de mümkün değil. Safina'nın finale çıkmaması en büyük dileğim. Önüne düşen, içeride olan bir topun çizgi hakemi tarafından yanlış karar verirerek dışarıda ilan edilmesine kayıtsız kalarak "spor etiği" açısından sınıfta kalmıştır bu Tatar kızı. Jelena Dokic biraz daha dikkatli olabilse ve ilk servislerini daha etkili atsa kendisini son dörttr görmemiz mümkün olacaktı. Avustralya Açık'ın çekirgesi Safina'nın da yarı finalde Vera Zvonareva'ya karşı hüsrana uğraması sevindirecektir bizi. Gerçi Zvonareva da Marion Bartoli'nin sıcaktan etkilenmesiyle oldukça kolay bir maç kazandı. Ana tablonun diğer tarafında Elena Dementieva herkesi ezip geçecek gibi. Oradan Serena ile Dementieva yarı finali oynar gibi geliyor ama Dokic'ten sonra turnuvanın iki numaralı sürprizi Carla Suarez Navarro'nun geçen yılki Roland Garros çeyrek finalinden daha büyük bir başarıya ulaşması pekala mümkündür.
Çeyrek final neticelerini yarın ayrı bir postla değerlendirir, ne kadar yanıldık ne kadar doğru yazdık görürüz.

rekora 83 dakika

Manchester United bu akşam West Bromwich Albion deplasmanında liderliğini korumayı hedefliyor. Kaleci Edwin Van Der Saar için ise WBA maçının önemi bir başka. Bu akşam 83 dakika boyunca kalesinde gol görmemesi halinde Hollandalı kaleci Premier League tarihinin en uzun süreli gol yemeyen kalecisi unvanına sahip olacak. Hâlihazırda en son 8 Kasım'da Emirates'te oynanan Arsenal maçında kalesinde gol gören Hollandalı, 2 Stoke City, Aston Villa, Manchester City, Sunderland, Tottenham, Middlesborough,Wigan Athletic ve Bolton Wanderers maçlarını gol yemeden tamamladı. Premier League'de en fazla gol yemeyen kaleci rekoru yukarıda ki tabloda da görüldüğü üzere Petr Cech'e ait. Cech, 12 Aralık 2004 ile 5 Mart 2005 tarihleri arasında tam 1025 dakika boyunca gol yemeyerek Peter Schmeichel'ın rekorunu kırmayı başarmıştı.

25 Ocak 2009 Pazar

2010'a 500 kala...

Bu gece yarısı itibariyle Güney Afrika'da yapılcak olan 2010 Dünya Kupası'na geri sayımda 500 gün kalacak. Hafta içerisinde AFP'den Alexander Joe'nun çektiği bu fotoğraf beni oldukça düşündürmüştü. Bu çocuklar ve yaşadıkları gecekondu 2010 Dünya Kupası'na ev sahipliği yapacak olan Nelspruit'taki Mbombela Stadyumu'nun hemen iki adım ötesinde bulunuyor. Kupa boyunca bu gecekondular ve orada yaşayanlar kamufle edilebilir ya kupa sonrasında. Muhtemelen kupa öncesindeki görüntüler aynen devam edecektir...

lawrence frank ile 5 yıl

Neredeyse 1 haftadır mail box'ın da duran fakat bir türlü okumaya fırsat bulamadığım makaleyi tam gününde okumuşum. Byron Scott'ın New Jersey Nets'ten kovulmasının üzerinden 5 yıl geçmiş. Bir diğer deyişle 26 Ocak 2004'te Lawrence Frank, NBA'in en genç coachu -o zaman 33 yaşındaydı kendileri- Nets'in başına geçmişti. Onunla geçen 5 sezonun tamamında New Jersey playoff'a kaldı. Üstelik bunu her zaman iç-dış dengesi eksik olan takımlarla başardı. Kidd-Carter-Jefferson'dan oluşan güçlü bir guard ve forvet hattına karşılık her daim zayıf bir pota altı ile mücadele etti Frank'in takımı. Buna karşın istikrarlı sonuçlar elde etti, playoff yapılamaz dendiği dönemlerde playoff'a kalmayı başarı Nets. Çok da geniş olmayan bir rotasyonun hakkını vermesinin semeresini Doğu Konferansı'nda görev yapan en uzun süreli coach olarak gördü Lawrence Frank. Eddie Jordan'ın görevine son verilmesiyle birlikte NY Times'ın da sağolsun üşenmeden yaptığı grafikte de görüldüğü gibi en istikrarlı coach olarak görevine devam ediyor Frank. Bu sezona takımı taşıyan 3'lüden 2'si gönderilmiş ve genç bir kadroyla başladı Nets. Hedef 2010 ölü sezonu olduğu için kimsenin beklentileri yüksek değildi. Mızmız Carter ve Devin Harris'in üzerine kurulmuş bir takımdan çok fazla birşey beklememek gerkiyordu. Fakat Lawrence Frank'in takımı yine herkesi yanıltmayı başardı. Geçen haftaya kadar Doğu'nun ilk 8'indeydi, alacağı 1 galibiyetle yine 8'in içinde yer alabilecek durumdalar. Kendilerinden daha geniş ve yetenekli kadroların hallerini görünce Lawrence Frank'e şapka çıkarmak gerek...

melbourne'ün fransızları

Avustralya Açık Fransız raketler, daha doğrusu erkek raketler için fena geçmiyor. Son 16'ya üç tane Fransız kaldı. Gerçi bahtsızlık mı demek gerek bilemiyorum ama hepsinin de ana tablonun üst tarafında olması finalde kadar birbirleriyle eşleşmeleri anlamına geliyor en iyi ihtimalle. Ki çeyrek finale kalmak için Gael Monfils ile Gilles Simon birbirleriyle oynayacaklar. Bu ikiliden kazananı, çeyrek finalde bir sürpriz olmazsa Rafael Nadal bekleyecek. Geçen yılın finalisti Jo-Wilffried Tsongo ise James Blake'i eleyerek sezonun en formda ise Andy Murray'e -tabi bir sürprize kurban gitmezse İskoç- rakip olacak. Grand Slamlar tarihine bakıldığında Fransız raketler kupa kaldırmaya yıllardır hasret olduğu orata çıkıyor. Melbourne'de en son kazanan Fransız Jean Borotra bu başarıyı elde ettiğinde takvim yaprağı 1928 yılını gösteriyormuş. O yıl bir başka Fransız Henri Cochet'e de Amerika Açık'a kazanmış. Ki o tarihten bu yana Amerika Açık'ı kazanan bir Fransız yok. Wimbledon'da ise şampiyon olan son Fransız Yvan Petro. 1946'da Avustralyalı Geoff Brown'u yenen Petro'nun ardından final gören Fransız da olmamış. Bir Fransız raketin kazandığı en son Grand Slam Roland Garros. Yannick Noah 1983'te evindeki turnuvayı kazanarak tarihe geçmeyi de başarmış 37 yıl sonra Grand Slam kazanan ilk Fransız olarak.