18 Eylül 2011 Pazar

boş tribün kuklaları - kadınlarımız

Bu sabah gazeteleri açtım ve Futbol Federasyonunun yeni bir kararını okudum; şaştım kaldım.

Futbol maçlarında çıkan olaylar neticesinde taşkınlık yapan seyircinin kulübünü cezalandırmak amacıyla o kulübe birkaç maç seyircisiz oynama cezası veriyorlardı ya, işte o kararı değiştirmiş federasyon ve haberi şu başlıkla vermiş gazeteler:

Bundan sonra seyircisiz oynamak yok"




İlkin, "oh be! Nihayet" dedim çünkü zaten çok saçma bir ceza biçimi olarak gelirdi bu bana. Seyircisiz, sessiz, tatsız tuzsuz bir maçı ne ekranda seyretmenin keyfi vardı ne de eminim öyle bir sahaya çıkıp oynamanın. Üstelik siz bir kulübe ceza verirken onun daha sonraki maçlarını seyircisizliğe mahkum ederek aslında hiç günahı olmayan rakiplerini de cezalandırmış oluyorsunuz. Son örnekten gidelim isterseniz: Geçen haftaki Fenerbahçe-Orduspor maçından yani...

Düşünsenize, Orduspor yıllar sonra yeniden Süperlig'e çıkmış ve yeni sezonda ilk maçını Fenerbahçe ile oynayacak. İstanbul'da bu maçı gidip statta izlemek isteyecek kim bilir kaç tane Ordulu vatandaş/futbolsever vardır... Hatta bazıları Ordudan bile atlar gelirdi eminim. Ama onlara da yasak(tı) o maça girmek. Onların günahı ne ise?

Veya kombine bilet almış, bütün bir sezonun maç biletlerinin parasını ödemiş ve hayatında sahaya (en sinirli/mutsuz gününde bile) çekirdek kabuğu dahi atmamış, kimseye ana-avrat küfretmemiş (inanmak zor ama, vallahi var hâlâ onlardan) medeni taraftarların suçu/günahı ne ki, parasını ödettiğin maçları dahi izlemekten men ediyorsun onları!

İşte bu gibi sebeplerden "oh be! Nihayet" demiş, bu saçma ceza yöntemi değişiyor diye sevinmiştim, bu  sabah yukarıda bahsettiğim haber başlığını görünce...

Oysa, devamını okuyunca tekrar nutkum tutuldu. Bundan sonra bu tür cezalı maçlara sadece kadınlar ve 12 yaşından küçük çocuklar (o da yanlarında anne veya ablaları varsa) alınacakmış!

Hatta benin haberi okuduğum gazete bu karara şu yorumla destek de vermiş:

Seyircisiz maça en güzel çözüm!

E bravo!!

Kaç kadın bu habere sevinmiştir bilmem ama ben kadın olsam bu haber karşısında sinirden tırnaklarımı yerdim! Seyircisiz maçlara kadınlar gidebilir de ne demek? 

Bence şunlardan biri demek:

1) Seyircisiz maç =  Kadın seyircili maç. Yani, kadın = Boş küme/tribün

2) Kadın = etkisiz eleman

3) Kadın aptal, kadın nasıl olsa futboldan anlamaz; o halde gidebilir maça...

4) Futbol erkek oyunudur, kadın izlese de olur, izlemese de... E gitsin o zaman.

5) (En fecisi de bu) Zaten maçlarda kadın-erkek tıklım tıkış, yan yana, kıç kıça oturmaları pek doğru değildi bir sezonda birkaç tane bu tür cezalı maç oynatırız; kadınlarımız gider rahat rahat(!) seyrederler maçı.

Saçma bir uygulamayı değiştirmek hatta kaldırmak yerine böyle daha saçma sapan bir değişikliğe gitmek hangi akla hizmettir anlayamadım.

Bir ülkenin en popüler spor dalının en üst karar mercii böyle cinsiyet ayrımı içeren bir karar verir mi?

Demek ki verebilirmiş.  

Ben kadınların yerinde olsam, asıl bu kararı protesto eder, maçlara gitmezdim.

Ne dediniz?

"Kadınlarımız son yıllarda kendilerini hiçe sayan daha başka ve daha vahim uygulamaları bile sineye çekmekten gocunmuyorlar da, bunu mu kafaya takacaklar!" mı dediniz?

Eyvah eyvah..!

14 Ağustos 2011 Pazar

dünya atletizm şampiyonası & eurosport


amerika açık'a 15 gün kala...


arda'ya açık mektup

Ardacım,

birkaç sezon önce başlayan sana dair "gidecek-gitmeyecek" papatya falı, son aylarda "gidiyor-gitmiyor"a dönüştürülmüştü.

Ve nihayet gittin.


Daha 24 yaşındasın ve gidişinden bahsederken "nihayet" demek bile senin yurt dışı transferinle ilgili insanı yoran spekülasyonların bir özeti sanki.

Yeteneklerini sayacak değilim, benden iyi biliyor onları senin her hareketini takip eden sevenlerin. Seni sevmeyen olmadığını da sanmıyorum ya, neyse. Benim gözümde/gönlümde sen, maç sonrası yorumların ve çıktığın programlardaki esprilerin, konuşmaların ve giderken verdiğin olgun demeçlerinle daha çok yer ettin.

Futbolunun güzelliğini, çalımlarını, 'adrese teslim' yüzdesi yüksek ortalarını, rakip üç kişiyle birden sana korner direğinin dibinde pres yaptığında senin ayağındaki topu zeka ve yetenekle adeta kamufle ederek onlardan nasıl kurtarıp ceza sahasına süzüldüğün o enstantaneleri de özlemeyeceğim çünkü jübile yapmış, futbolu bırakmış değilsin ki. Bu küreselleşmiş ve iç içe geçmiş iletişim ağları çağında zaten hafta boyu futbolunu izlemeye devam edeceğim nasıl olsa... Hem de abuk sabuk baskılardan uzak, sana doğduğun büyüdüğün ülkedeki ağabeylerinden, amcalarından daha çok saygı ve sabır gösterilen bir ülkede artan bir performansla oynayacağına inanarak bekleyeceğim, akşamları La Liga yayınlarını...

Futbol harici özelliklerine gelince: Ben seni zeki, hatta akıllı, espritüel yani kendiyle barışık, doğal, dolayısıyla samimi, yakışıklı değil ama sempatik bir genç ve çok yetenekli bir futbolcu olarak hep güzel hatırlıyor olacağım.

Özürlü ve yardıma muhtaç çocuklara zaman ayıran, sevecen ve mütevazı bir genç olarak da aynı zamanda...

Sana şimdiye kadar seni malzeme yapan medya ne yakıştırırsa yakıştırsın ben futbolcu olarak hayatıma değen güzel bir insanı kendime yakıştırdığım gibi hatırlamalıyım; o yüzden de mankenlerle veya sevgililerinle yaşadıklarınızla ilgilenmedim ki, gidince o olaylarla hatırlayayım seni. Ha pardon, bir gün hâlâ sevgilin olan kişiyle sinema kapattığınızı (muhtemelen sizi her yerde/ortamda bunalttıkları için) okuduğumda gazetelerde, o olayla ilgilenmiştim; "yıllarca bunu neden akıl etmedim ki, artık sinemalar ufak, kapatmak kolay, sevdiğim insana mesela doğum gününde ne de güzel bir jest yapmış olur(d)um" diye düşünüp kıskanmıştım seni, itiraf edeyim.

Giderken aldığın/aldırdığın transfer parasıyla da ilgilenmedim ben... Çünkü hem o konuyla nasıl olsa birileri ilgilenir (nitekim, bak Galatasaray'ı çok seven(!) amigo Ercan ağabey'in Hürriyet'teki uzun köşesinde bunu yazmış bugün. Sana başarılar dileyip ardından para konusunda kazık yendiğini/yedirdiğini ima etmiş. Madrid'de seni Sergen'den sonra en yetenekli oyuncu bulan dünya yıldızı Mesut Özdil'le buluşmaya giderken büyük bir gazetecinin önünde dur, Ercan Bey'in yazısını sor; kendi alan(lar)ında dünyada yer etmiş bir kişilik olduğu için bilirler mutlaka) hem de transfer paraları, bonservis bedelleri vesaire bunlar futbolun endüstriyel boyutları ve ben seni futbolun duygusal yanını sahaya yansıtabilen sevimli tarzınla çok daha fazla sevdim.

Yolun açık olsun Arda'cım, yüzündeki o gülücükler eksik olmasın oralarda; yani gerçekten güle güle git...

Yalnız bu yazıyı noktalamadan önce küçük bir ricam var senden:

Yeni takımınla Madrid'de sahaya çıkmaya başladığında, maç öncesi seremonilerde falan, kameralar seni gösterdiğinde ekran başındaki ben ve benim gibilere el sallar mısın lütfen... Bak o zaman, atacağın bir gol sonrasında falan yeni formanı öpersen de içim burkulmaz belki...

7 Temmuz 2011 Perşembe

İşler de karışık, kafam da...

Bir kere bu yazıyı “gerçekten yaptılarsa cezalarını çeksinler” klişesiyle bitirmeyeceğime dair baştan söz vereyim size. Bana çok gereksiz bir temenni gibi geliyor bu. (Bir pozisyona eleman ararken, istenilen özelliklere "dürüst olmalı" yazmak gibi bir şey yani.) Dahası, bu cümleyi bugünlerde Fenerbahçeliler söyleyince inandırıcı da gelmiyor bana.

Ben Fenerbahçeli değilim, ama kafam ve duygularım karışık; sevinmekle üzülmek arasında gidip gelmelerdeyim üç gündür. Sevinemiyorum, çünkü Trabzonlu da değilim; şampiyonluğu son haftaya kadar kovalamış ama aynı puanla FB’ye kaptırmış bir ruh halim yok anlayacağınız. Ve Fenerbahçesiz bir lig benim takımımı tutan kimseye keyif vermez, biliyorum.

Ama üzülemiyorum da çünkü ateş olmayan yerden (bu kadar) duman çıkmaz. Nihayet üzerine gidilebiliyorsa bu işlerin, bundan Türk futbolu kârlı çıkacaktır en çok. Ve en azından bir 10-15 yıl cesaret kırılması yaşayacaktır zaten yıllardır tadı kaçan cânım futbolun içine başka şeyler karıştırmaya çalışan niyeti bozuklar.

Bunlar ilk etap (taze tabirle “ilk dalga”) sonrası hissettiklerim; gelelim kendi kendime sorup da cevaplayamadığım, kafamı karıştıran sorulara:

Hep söylenen ve benim de doğruluğuna inandığım bir şey vardı; bir dava sonuçlanana kadar o dava ile ilgili detaylı yorum ya da böyle incik cincik haber yapıl(a)mazdı. Ne oldu, şimdi ne değişti de iddialar ve iddialara karşı verilen yanıtlar madde madde, çarşaf çarşaf yayınlanır oldu her yerde? Camiayı yatıştırma, bu operasyonu baştan haklı çıkartma çabaları mı? Eldeki delillere güvenilmiyor mu ki bundan medet umuluyor?

Bir başka soru: Başbakana (doğal olarak böyle önemli bir konuda ve mâlum aynı zamanda eski futbolculuğu da var sayın başbakanın) operasyonun başladığı gün mikrofon uzatılıyor ve ne düşündüğü soruluyor; “bilgim yok, umarım çok tatsız sonuçlar çıkmaz”diyor. Ama, ertesi gün bir başka merci, operasyon öncesi başbakana üç saat kadar brifing verildiğini açıklıyor ki, benim bildiğim hâlâ tekzip edilmedi bu iddia. Hangisine inanacağım?

Kabul eder misiniz bilmem ama başbakanın böyle kallavi bir konuda düğmeye basılma öncesinde hiç bilgisi olmadığına inanmak uzunca ve detaylı bilgi verilmiş olmasına inanmaktan daha zor.

O zaman da şu soru geliyor aklıma: Yargımız bağımsızsa, şüphelilerin üzerine gidilmeden önce başbakana bilgi vermek icazet almak sınırına yaklaştırmıyor mu bu hamleyi?

Bugün (dün) sağlık sebeplerinden ötürü A.Yıldırım serbest bırakılmış. Bu saatten sonra yurt dışına kaçma olasılığı zor olduğuna göre doğru bir karar (burada da sorum şu olur: Aramalarda bütün deliller bulunmuş muydu? Ya da geride bulunmamış delil kalmış bile olsa, Aziz Bey onları yok edemeyecek kadar hasta diye mi gönül rahatlığıyla serbest bırakıldı?) Neyse ne, bence de bırakılmış olması çok abes değil ama o zaman da Haberal’ın, Balbay’ın günahı ne? Üstelik Haberal da ciddi şekilde hastalanmıştı...

Geçelim bundan sonra olabileceklere dair sorulara...

Çiçeği burnunda, futbol federasyonu başkanı, biz yargının sonuçlanmasını beklemeden kararımızı verip FIFA ve UEFA’ya yazılı bildirimi yapacağız dedi. Güzel, pro-aktif bir yaklaşım... Diyelim, Şampiyonlar Ligi’nde bizi temsil edecek takımlardan biri(ncisi)  olarak beş altı hafta önce şampiyonluğu tescil edilen Fenerbahçe’yi bildirdiler FIFA’ya, ya,  ŞL başlar başlamaz yargı organlarımız kararını verir de Fenerbahçe’nin şampiyonluğu iptal edilirse..? Ya da tam tersi oldu diyelim, yani federasyon bu toz dumanın altından mutlaka bir şeyler çıkacağını düşünerek FIFA’ya FB ve TS yerine TS ve Bursaspor’u bildirir de, ŞL maçları başladıktan sonra yargıda aklanırsa Fenerbahçe?

İki ucu, (hatta boydan boya)  “shit”li bir değnek! Tutabilene aşk olsun.

Duygusal boyutta da bir-iki söz  edip kapatalım konuyu.

Son üç gündür sadece Fenerbahçeliler değil, rakip taraftarlar da biraz şaşkın. Ve Fenerliler  kadar olmasa da rakipler de suskun. Ben bu sessizliğin altında, bu dalga büyür de ya bize de sıçrarsa endişesinin yattığını veya Ünal Aysal’ın özetle “sessiz olun, sataşmayın” telkininin olduğunu pek sanmıyorum. Bu sessizliğin altında uzun yıllardır görmeye hasret olduğum “rakibe saygı ve şefkat” seziyorum (rakibe şefkat!!! Neler diyorum ben? Ama vallahi öyle hissediyorum) Top yekûn bir “Aziz başkan gitse de siz gitmeyin, puanınız silinse de, sezona eksi puanla başlasanız da Süperlig’de olun” temennisi seziyorum.

İngilizcede “wishful thinking” denilen türden, arzulara yenik düşmüş bir düşünce mi benimkisi?

Hazır, rekabet zemini temizleniyorken (veya zaten temiz çıkarsa) rakipler arası ilişkilerde de bembeyaz bir sayfa açılamaz mı bundan sonrası için?

Son yıllarda bizi yormaya başlayan futbol, yerini eski günlerdeki gibi, hayatımızı süsleyen güzel ve temiz futbola bırakamaz mı?

5 Temmuz 2011 Salı

sky go


Sky Sports'un Iphone ve Ipad kullanan aboneleri için geliştirdiği yeni ürünü "Sky Go"nun reklamları dönmeye başladı. 1 Dakikalık reklam filminde Tottenhamlı Peter Crouch ve rapçi Dizzee Rascal da yer alıyor...

fuelling the future


BP'nin Meksika Körfezi'ndeki petrol kirliliği felaketinin ardından çektirdiği ilk reklam filmi bu hafta sonu Birlesik Krallık televizyonlarında dönmeye başladı. "Fuelling the Future" isimli reklam filminde Jessica Ennis ve Richard Whitehead gibi Britanyalıların önde gelen sporcuları da rol aldı. Zaten reklam filminin konsepti de Londra 2012....

27 Haziran 2011 Pazartesi

21 günde 21 bin 852 kilometre...

Barcelona'nın yeni sezon hazırlıkları 18 Temmuz'da başlayacak. 18 Temmuz'dan itibaren 21 gün boyunca 21 bin 852 kilometre yol katedecek. Sport'un yayınladığı haritada Katalanların rotası gösterilmiş. Bizde bloga taşıyalım dedik...

18 Haziran 2011 Cumartesi

serdar ortaç'tan hallice...




Litvanya'da düzenlenecek Avrupa Basketbol Şampiyonası'nın resmi şarkısının videosu geçen hafta içerisinde Youtube'a düşmüş. Eurovision şarkısı tadından hallice bir şarkı + klip olmuş. Postun girişinde video, aşağıda da şarkının sözleri mevcuttur. Arka arkaya kendinize kıymaya karar verip 100 kere filan dinlerseniz, şarkıyı sevebilirsiniz kanaatindeyim. Gerçi Serdar Ortaç şarkılarından çok çok daha güzel olduğunun da hakkını vermek lazım galiba!!! 

I feel it coming
From my head to my feet
I see the people going crazy on the streets
Tonight
Let me take you for a holiday, that you won't forget
(for a holiday you will not forget)

And if you're ready
For a foreign affair
The drums are beating
And the flags are rising up into the air
(Aidi aidi)
You don't miss it boy, if you hate regrets

So Gimme a high five
For now is the time to celebrate
Time for a game
Time for a fame
Time for a marching parade
We're kicking a party
And I know it's just gonna be great
Time for a game
Time for a fame
Time for a marching parade
Joy parade

I don't care what your name is
I don't give a damn what your team is
Let's make some noise start shaking the hall
Celebrate celebrate basketball

Who's gonna weep about losing
Raise your glass it's time for a bruising
Let's raise some hell start breaking the walls
Celebrate celebrate all night long

Hey, can you see
Fireworks in the sky
Hey, do you feel
We beat the drums the flags are flying high
I wanna scream from the top of my lungs
That i'll be there
Yes we''ll be there




Litvanya'da düzenlenecek Avrupa Basketbol Şampiyonası'nın resmi şarkısının videosu geçen hafta içerisinde Youtube'a düşmüş. Eurovision şarkısı tadından hallice bir şarkı + klip olmuş. Postun girişinde video, aşağıda da şarkının sözleri mevcuttur. Arka arkaya kendinize kıymaya karar verip 100 kere filan dinlerseniz, şarkıyı sevebilirsiniz kanaatindeyim. Gerçi Serdar Ortaç şarkılarından çok çok daha güzel olduğunun da hakkını vermek lazım galiba!!! 

I feel it coming
From my head to my feet
I see the people going crazy on the streets
Tonight
Let me take you for a holiday, that you won't forget
(for a holiday you will not forget)

And if you're ready
For a foreign affair
The drums are beating
And the flags are rising up into the air
(Aidi aidi)
You don't miss it boy, if you hate regrets

So Gimme a high five
For now is the time to celebrate
Time for a game
Time for a fame
Time for a marching parade
We're kicking a party
And I know it's just gonna be great
Time for a game
Time for a fame
Time for a marching parade
Joy parade

I don't care what your name is
I don't give a damn what your team is
Let's make some noise start shaking the hall
Celebrate celebrate basketball

Who's gonna weep about losing
Raise your glass it's time for a bruising
Let's raise some hell start breaking the walls
Celebrate celebrate all night long

Hey, can you see
Fireworks in the sky
Hey, do you feel
We beat the drums the flags are flying high
I wanna scream from the top of my lungs
That i'll be there
Yes we''ll be there

roberto carlos çakarsa böyle çakar...



Anzi Makaçkala ile CSKA Moskova karşılaşıyor. Roberto Carlos her ne olduysa kimseye aldırmadan CSKAlı Pavel Mamaev'e bir güzel Osmanlı tokatı dirsek çalışması uyguluyor. Videosu da postun girişinde, yukarıda ikamet etmektedir hadisenin...

17 Haziran 2011 Cuma

copa america 2011



Copa America'nın Arjantin'deki yayıncısı spor kanalı TyC Sports'un turnuva tanıtım videosu...

gretzky & lemieux karşılaştırması...

bir teknik direktörün 4 günü...







MLS Soccer güzel bir işe imza atmış ve Chivas USA teknik direktörü Robin Fraser ile dört gün geçirip, belgesel haline getirmiş. Dört bölüm halinde yayınlanan belgeselin ilk üç bölümü yukarı, postun girişinde bulunuyor. Dördüncü bölüm yayınlandığında onun da postunu asarız bloga...

cokoviç & beyonce

L'Uomo Vogue dergisinin Temmuz/Ağustos sayısı çift kapakla çıkacak. Kapaklardan bir tanesi Beyonce Knowles, diğeri ise Novak Cokoviç. 40 yıl düşünsem Cokoviç ile Beyonce'un ortak bir payda da buluşacağı aklıma gelmezdi...

moneyball - trailer



Moneyball, Oakland Athletics'in efsanevi genel menajeri Bill Beane'in hikâyesinin sinemaya uyarlanmış hâli.
Beane, finansal açıdan zor durumda bulunan Athletics'i, ligin zirveye oynayan takımlarından biri yapmaya kararlıdır. Kısıtlı olanaklarla da bunu nasıl başaracaktır...

16 Haziran 2011 Perşembe

bazıları çatışır bazıları ise...

Canucks taraftarlarını çoğu Vancouver sokaklarında polisle çatışırken, bazıları ise farklı bir felsefenin peşindedir...

madrid'i nasıl bilirsiniz?


Aralarında Mesut Özil'in de bulunduğu Real Madridli futbolcular şehrin farklı bir tanıtım filminde oynadılar....

vancouver yanıyor...







Olanlar oldu Stanley Kupası final serisi yedinci maçında, kendi sahasında Boston Bruins'e 4-0 yenilerek şampiyonluğu kaybeden Vancouver Canuks'in taraftarları karşılaşmanın ardından şehri savaş alanına çevirdiler.
Araçları yakıp, dükkanları yağmalayan, polisle çatışan Canuks taraftarlarına polis göz yaşartıcı bomba kullansa da etkili olamadı...

14 Haziran 2011 Salı

dwight howard haka dansi yaparsa!


Dwight Howard Adidas'in altı Avrupa şehrini kapsayan turu çerçevesinde Almanya'da şirketin merkezinde All Blacks ile birlikte Haka dansı yaptı...

13 Haziran 2011 Pazartesi

eğlenmeyi biliyorlar

Londra'nın kararsız daha doğrusu İngiltere'nin kararsız havası tenis turnuvalarını da etkiliyor. WTA Birmingham'da final yağmur nedeniyle oynanamadı ve bugüne kaldı. Bir başka turnuva, Londra'daki ATP Queens'te de aynı süreç yaşandı. Tenisçiler korta geldi fakat yağmur onların maçı oynamasına engel oldu. Dinmeyecek olan yağmurun dinmesini beklerken Andy Murray ile Jo-Wilfried Tsonga masa tenisi oynayarak vakit geçirmeye çalıştı.

12 Haziran 2011 Pazar

ryan giggs'in bitmeyen naneleri!

Olayın şu boyutunu öğenmeden felaket olduğunu düşünüyorduk, "News of The World"de bugün çıkan haberin altından Giggs'in girecek yerin dibi bulup bulmayacağını merak ediyorum doğrusu.
Kardeşinin karısıyla sekiz ay ilişkisi olduğu ortaya çıkmıştı Gal futbolcunun. İşin daha da kötü yanı varmış. Düğünden iki hafta önce kardeşinin nişanlısının hamile olduğu ortaya çıkmış. Bebeğin babası olan Ryan Giggs, tek yolun kürtaj olduğunu söyleyip bu işlem için de 500 sterlin vermiş.

Ada'da yeni haftanın konusu, ortaya çıkan bu gelişme olacak gibi görünüyor. Ryan Giggs'in durumuna acıyacağım diyeceğim ama acınamak bir durum yok ortada. Tek merak ettiğim, kardeş Giggs'in bu gelişmeler karşısında neler yaşadığı...

make yourself

Nike'ın 2011 sonbaharı için düzenlendiği bir kampanya "Make Yourself". Kampanya için spor dünyasının önemli kadın isimlerini kullanmış Nike. Son zamanların gündemdeki ismi Li Na ile birlikte Maria Şarapova da kampanyanın reklam yüzleri arasında. Fotoğraflarını alanında dünyanın önde gelen isimlerinden Annie Leibovitz'in çektiği kampanyanın diğer reklam yüzlerini de saymadan geçmeyelim, atletizm dünyasının önemli isimlerinden Allyson Felix + Perri Shakes-Drayton, Birleşik Devletler Kadın Futbol Takımının kalecisi Hope Solo, çok sayıda video klipte oynayan dansçı Sofia Boutella, sörfçü Laura Enever.

2 Haziran 2011 Perşembe

yüzleri güldürdü...

Miami Heat ile Dallas Mavericks arasındaki final serisinin ilk maçı, Amerikalı yayıncı kuruluş ABC'nin yüzünü güldürdü. Çarşamba sabaha karşı oynanan serinin ilk maçı, 10.7 ile 2004'ten bu yana en çok reyting alan final serisi karşılaşması oldu. Bu rakam, aynı zamanda geçen yıl Lakers ile Celtics arasında oynanan final serisi ilk maçından da yüzde 3 daha yüksek. 
Heat ile Dallas arasındaki ikinci final serisi, 2006 yılında oynanan ilk final serisi açılış maçından da yüzde 15 daha yüksek bir reyting aldı.
Bakalım serinin geri kalan maçlarındaki izlenme oranı ABC'nin yüzünü güldürecek mi?

görünmez ya da görülebilir kaza!

Roger Federer'in Gael Monfils'i 3-0 yendiği çeyrek final maçının ardından kort çıkışında imza almak için kalemler uzatılır ve...


1 Haziran 2011 Çarşamba

gol olana kadar penaltıyı tekrarlatmak...



Görüntüler Portland Timbers - DC United karşılaşmasından. Timbers garip bir kararla penaltı kazanıyor. DC United kalecisi Bill Hamid penaltıyı yememe, maçın yan hakemi de penaltının gol olması olması konusunda oldukça inatçı. Kazanan tabi ki belli...

fifa'nin demokrasi anlayışı!

Yorumsuz...

troicki & top toplayan çocuk

Bu yılki Roland Garros'un hikâyesi olan maçlarından biri sınıfındaydı Andy Murray - Victor Troicki maçı. Murray bir önceki turda sakatlanmıştı ve ne kadar verimli olacağı da soru işaretiydi. Hatta dördüncü tur maçına çıkıp çıkmayacağına da karşılaşma günü karar verecekti. Murray - Troicki maçının kendisi, saha dışındaki gelişmeler yanında oyunun gidişatı açısından da ilginçti. 
İkinci gün oynanan beşinci sette 3-2 iken durum top toplayıcı çocuğun korta girmesi ve Troicki'nin gereğinden fazla abarttığı tepkisi Murray'in geri dönüşü kadar akılda kalıcıydı...

31 Mayıs 2011 Salı

the football feeling


11-25 Haziran tarihleri arasında Danimarka'nın ev sahipliğini yapacağı 21 Yaş Altı Avrupa Futbol Şampiyonası'nın tanıtım filmi. Turnuvanın mottosu, "The Football Feeling"...

30 Mayıs 2011 Pazartesi

greenpeace roma olimpiyat'ta eylemde


Sağolsun Yukithezorba (Fevzi Keçeci) söyledi iki hafta sonra İtalya'da Nükleer Enerji için referandum yapılacağını. Greenpeace referandum öncesi konuya dikkat çekmek istemiş, bunun için dün akşam Roma Olimpiyat Stadyumu'nu mekan, Inter ile Palermo arasındaki İtalya Kupası karşılaşmasını da etkinlik olarak seçmiş.
Maç içerisinde, stadyumun çatısından "Nükleeri durdurun" yazan pankart açıldı ve en azından konuya dikkat çekilmiş oldu.... 

hava durumu eşliğinde şampiyonlar ligi finali...


Biz çok önemli bir tenis yarı final maçında ekrana ikiye böldüğü ve kulüp başkanının derneğe gelişini verdiği için bir kanalı eleştirmiştik.
Fakat daha da beterini yapanlar varmış. FoxSoccer'ın Şampiyonlar Ligi finali sırasında ekranın büyük bir bölümünde son dakika hava durumunu vermesi Amerikalıları çıldırtmış haklı olarak. Olayın videosu yukarıdadır...

bourousis bıraktı!

Panathiniakos - Olimpiakos final serisinin ikinci maçını evsahibi 78-66 kazandı ve seride 2-0 öne geçti. Fakat deplasman takımı Olimpiakos, karşılaşma boyunca hakemlerin ev sahibi takım lehine takdir haklarını kullanmasından dolayı tabir yerindeyse çıldırmış durumda.
Karşılaşma boyunca Pao 31 serbest atış kullanıp bunların 22'sinden de sayı bulmayı bildi. Olimpiakos ise sadece 9 serbest atıştan 7 sayı bulabildi.
Maçın ardından Olimpiakoslu Ioannis Bourousis, milli takımı biraktığını açıkladı. Olimpiakoslu basketbolcu hakemlere karşı olan tepkisini bu yolla göstermek istedi. "Kırık parmakla milli takım forması giyip, oynadım. Fakat ne insan ne de basketbolcu olarak en ufak bir saygı görmüyorum" sözleri, Bourusis'in sinirinin kolay kolay yatışmayacağını gösteriyor.
Avrupa Basketbol Şampiyonası'nın olduğu bir yıl, Yunanlıların pota altındaki en etkili silahının kararından vazgeçmesi için neler yapılacak, nasıl gönül alınacak bilinmez ama Olimpiakos'un arka arkaya üç defa üstelik de saha avantajını kaybetmişken gidip de Panathinaikos'u yenmesi oldukça zor. 1997'den beri bunu başaramadıklarını düşünürsek...

29 Mayıs 2011 Pazar

pique tarzı kutlama

Söz konusu insan Pique olunca tuhaf şeyler yapmasını doğal karşılamak gerek. Dün akşam Barcelona'nın Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu Wembley'de en faklı şekilde kutlayan futbolcu Pique'ydi. Basketbolcuların şampiyonluğun ardından pota filesini kesmesine özenen Barcelonalı futbolcu, kalelerden birinin ağını kesip sonra da yüklendi. Muhtemelen evinin bir köşesinde de saklayacaktır.

Söz Pique'den açılmışken devam edelim. Malum kendisi Shakira'nın da sevgilisi ve twitter hesabından yazdığı tivite göre Barcelona şampiyonluğu, bu akşam Barcelona Olimpiyat Stadyumu'ndaki Shakira konserinde kutlayacakmış. Akşama video ve fotoğraflar düşer konser ve kutlamalara dair...

27 Mayıs 2011 Cuma

havanın toronto'daki muhalefeti!


Çarşamba akşamı Kanada Şampiyonası'nda Toronto FC ile Vancouver Whitecaps'ın maçı vardı. Gün boyunca süren yağmur, maç sırasında da etkinliğini sürdürünce ikinci yarının henüz üçüncü dakikasında karşılaşmanın hakemi tatil kararını verdi. Zaten o kararı vermese bir süre sonra futbolcular BMO Field'de yüzmeye başlayacaktı. Olayın videosunu postun başına ekledik...

25 Mayıs 2011 Çarşamba

iskandinav holiganizmi

Hafta sonu Viyana derbisinde yaşanan olayların bir benzeri dün akşam Malmö - Helsingborg karşılaşmasında da yaşandı en azından taraftarın sahaya girmesi açısından. Deplasman ekibi karşılaşmanın 30. dakikasında Hollandalı futbolcu Rachid Bouaouzon'in ayağından golü bulunca olanlar oldu. Bir Malmölü taraftar sahayaa indi ve Helsingborg kalecisi Par Hansson'a vurdu. Maçın hakemi Stefan Johannesson futbolcularla birlikte soyunma odasına gittikten 20 dakika sonra karşılaşmanın güvenli koşullarda oynanmadığı kararına varıp karşılaşmayı tatil etti.
Olayların videosunu postun tepesine astik....

çok çok farklı bir rekor!








Geçen hafta sonu Kopenhag'da farklı bir rekor kırıldı. Bizim ülkemizde kırk yıl düşünsek aklımıza gelmeyecek ve kırılmayacak bir rekor. İskandinavların hepsinde olduğu gibi Danimarka'da da hentbol en fazla ilgi gören sporların başında yer alıyor. Hem kadın hem de erkek hentbolunda tribünler doluyor her maçta.

Hafta sonu oynanan erkekler Danimarka Ligi finalinde farklı bir rekor denendi bunda da başarılı olundu. AG Kopenhag ile BSV Bjeringro Silkeborg arasındaki final maçı Parken Stadyumu'nda oynandı. Yapılan düzenlemeyle, stadyumdaki çimler kaldırıldı ve bir hentbol sahası kuruldu. Bunun sonucunda da tribünlerde 36 bin 651 yerini aldı. Bu, bir hentbol maçını seyreden en büyük kalabalık olarak rekor anlamına geliyordu. Böylece hentbolseverler Kopenhag'da yeni bir rekora hafta sonu tanıklık etti. Ki bir önceki rekor 2004 yılında Kiel ile Lembo arasında oynanan maça aitti. İki Alman takımının Arena AufSchalke'de oynadığı maçı 30 bin 925 kişi izlemişti. 

Postun açılışına maçın fotoğraflarını koymuştuk sonuna ise videosunu ekleyelim dedik. Unutmadan maçın galibi 30-21 ile AG Kopenhag oldu. 

24 Mayıs 2011 Salı

genoalıların intikamı!


Cenova şehrinin iki takımından Genoa, yıllarca alt liglerde yer aldığından Sampdoria'nın gölgesinde kaldı. Son üç sezondur her iki takım da Serie A'da mücadele ediyordu. Fakat bu sezon, Genoa ligi 10. sırada tamamlarken, Sampdoria küme düştü.
Bu durumu Genoa taraftarları intikam almak için fırsat bildi ve şehir sokaklarında 30 bin Genoalı, Sampdoria için cenaze töreni düzenlendi...

22 Mayıs 2011 Pazar

rapid wienli taraftarlar sahaya girerse...


Yukarıdaki video bugün oynanan, daha doğrusu yarıda kalan Viyana derbisine ait. Rapid kendi sahasında Avusturya karşısında 2-0 yenik duruma düşünce yüzlerce Rapid taraftarı sahaya giriyor. Olayların gerisini izlemenizi öneririm...

20 Mayıs 2011 Cuma

florya’ya tv kameraları yerleştirilirse, belki...


Ne tesadüf (mü) ki, tam da o muhteşem zaferin 11. yıl dönümüne denk gelen günlerde duyulmaya başlandı Ünal Aysal’ın Terim’le anlaşmak üzere olduğu. 

Doğrusu eskiden olsa bir antrenör, hele çok iyi bildiğimiz bir antrenör göreve geldiğinde hemen fikir beyan edebilir, yorum yapabilirdik. Şimdi buna pek cesaret edemiyor insan. 

Rijkaard geldiğinde sevinmiştik de ne oldu? Ya da Schuster geldiğinde Beşiktaşlılar az mı sevinmişti? Tersi de söz konusu; Aykut Kocaman’ı ilk devre sonunda gerisin geri Anadolu kulüplerine göndermeye çalışanlar şimdi sağda solda çıkan “Fener yönetimi Aykut’la sözleşme uzatmayacakmış, Lucescu’yu getireceklermiş” haberlerine anlam veremeyip bozuluyorlar. Hadi bizde antrenör kovmak, yenisini getirmek ‘çocuk oyuncağı’ haline geldi diyelim; yurt dışında da tanıdık isimlerle ilgili benzer sürpriz gelişmeler olmuyor mu? 

Bakınız Cristoph Daum, bakınız: Eintracht Frankfurt. Daum’un antrenörlük konusunda başarısı sadece Türkiye’de değil Almanya’da da inkar edilemez bir gerçek(ti). Ama olmadı işte, Frankfurt’un küme düşmesine engel olamadı. Diyeceksiniz, “sezon başından beri görevde değildi ki, sadece son 8 hafta takımın başındaydı” İyi de, 8 haftada bir tek galibiyet bile aldıramadı takıma; hani dâhiydi? Aynı takımın Daum’dan bir önceki hocası da bir zamanlar Bundesliga’nın en genç hocası olma unvanına sahip (sanırım hâlâ da kendisinde bu unvan) Skibbe’ydi. Yani bu sezon başında birileri size "yılların E. Frankfurt’unu Skibbe + Daum el birliğiyle küme düşürecekler" deseydi, inanır mıydınız? 

Demek ki, olmayınca olmuyor. Sadece hocanın bilgi ve tecrübesi değil, onun takımla ve kulübün yönetimiyle uyumu da önemli; hatta kendi ekibiyle ve tribünle uyumu da önem kazanıyor. 

Dönelim Terim’e... 

“Taç giyen baş eğilir” sözünün tersine, taçlandıkça havaya giren bir hoca var karşımızda. İlk görev süresinde Galatasaray’a yaşattıkları hâlâ GS’lilerin rüyalarını süslüyor (rakiplerin de kâbuslarını) ama ikinci gelişinde yaptıkları da akıllarda. Hatta ilk döneminde Florya’daki her şeye, çiçek böcek konularına bile müdahale eden İmparator'un ikinci gelişinde futbolculara değil, yardımcısı Müfit’e direktifler vererek takımı yönetmeye çalıştığı da kulağımıza gelenler arasında. 
 - Müfit, söyle şunlara 5 tur daha koşsunlar... 

Uzaktan kumandayla yani... 

Günahı boynuna ya da bu tür “havaya girmiş, kendi antrenörlük yapmıyor” söylentilerini çıkartanların boynuna. 

Belki artık Müfit Erkasap’ın da bu tarz antrenörlüğe karnı tok olduğu için daha aç ve genç bir ekip seçmiştir bu sefer hoca. Hasan, Vedat ve Ümit (kulağa çok hoş ve bir o kadar da boş geliyor doğrusu) belki o yüzden devrededirler bu sefer. 

Yazımın başlığında ne demek istediğimi anladınız; ama biraz daha açarak yineleyeyim ve noktalayayım yazıyı. 

İmparator'umuz artık hem başarıya aç değil hem de cüzdanı dolu... Son Hagi vakası onun ilk dönemindeki başarısına gölge düşürmek isteyenleri de susturur cinsten oldu. Hatırlarsanız, bazıları ikinci Terim dönemindeki başarısızlığı “zaten UEFA Şampiyonu olurken de onun yaptığı bir şey yoktu, asıl zafer Hagi’nindi” diyenler bu sezon gördü(k) ki, o kadar da basit değilmiş bu işler... 

Terim’in gelişi belki 2-3 sezondur uçup giden disiplini geri getirir Florya’ya ama başarıyı da getirir mi işte onu kimse bilemiyor. 

Bekleyip göreceğiz. 

Benim bildiğim bir şey var: Kaç kere, gerek GS’nin başındayken gerekse milli takımın başında hocayı kameraların kendisini çektiğini görür görmez ayağa kalkıp eliyle, koluyla, mimikleriyle bir şeyler yapmaya çalışırken yakaladım. Birden bire bir şeyler yapmaya başlıyor, en azından çalışır gibi yapıyor, kameraların kendisine doğrultulduğunu görünce. 

O zaman Ünal Aysal ve ekibinin ilk işi Florya’da antrenman sahasına ve soyunma odalarına TV kameraları yerleştirtmek olmalı... 

Yalnız şunu da ekleyelim: Bu saatten sonra sadece GS TV’nin kameraları yetmez İmparator’a!

15 Mayıs 2011 Pazar

kevin prince boateng sözünü tuttu...


Kevin Prince Boateng, Milan'ın şampiyon olması halinde Michael Jackson kıyafeti ile moonwalk yapacağının sözünü vermişti. Ganalı futbolcu şampiyonluk kupasının kaldırıldığı dün akşam sözünü tuttu ve San Siro'da şampiyonluk kupasının önünde moonwalk yaptı...

28 Nisan 2011 Perşembe

20 yaş altı dünya kupası'nda gruplar...

2013'te Türkiye'nin ev sahipliğini yapacağı FIFA 20 Yaş Altı Dünya Kupası, bu yıl, 29 Temmuz - 20 Ağustos tarihleri arasında Kolombiya'da düzenlenecek. 24 takımın katılacağı turnuvanın grup kuraları bu sabaha karşı ülkenin en güzel şehirlerinden Cartagena'da çekildi. Arjantin, Meksika, İngiltere ve Kuzey Kore'den oluşan F Grubu turnuvanın en zorlu kurasını çekmiş oldu... 

nfl'deki lokavtın ekonomik etkisi...

27 Nisan 2011 Çarşamba

bir el clasico animasyonu...



Richard Swarbrick'in Sky Sports için yaptığı El Clasico animasyonu...

15 Nisan 2011 Cuma

emekli ronaldo & bono & the edge'in karaoke partisi...


U2, dünya turnesinin Brezilya ayağında Sao Paulo'da konser vermiş. Konaklamaları sırasında bir barda düzenlenenen karaoke gecesine de katılmış İrlandalılar. Üstelik gecenin konuklarından biri de Ronaldo'ymuş. Brezilyalı "Satisfaction"ı bile söylemiş. Postun başına olayın videosunu da koyduk...

8 Nisan 2011 Cuma

galatasaray'ı sevmek...

Galatasaray çok kötü bir dönemden geçiyor; tabii, Türkiye şartlarında. Çünkü, Türkiye'de her şey 90 dakikaya endeksli. 90 dakikaları 1-0'la bitir, geri kalan branşlarda veya konularda çuvallasan da fark etmez. İşte bu yüzden bu sezon Galatasaray tarihinin (ben 1905 yılından beri takip edemiyorum tabii, ama yazılanlara bakılırsa öyleymiş) en kötü dönemini geçiriyor(muş)!

İngilizce'de bir söz vardır burada onu söylemek geliyor içimden "So what?" N'olmuş yani? Bu sezon da böyle olsun; keşke Beşiktaş ve Fenerbahçe'de böyle sezonlar geçirseler de (ki geçirdiler, hatırlıyorum) Anadolu takımlarının, her zaman kazanamayan, haftalarca mağlup olan takımların futbolcularının ve taraftarının halinden biraz anlar olsunlar. Belki o zaman o, illa ki yenip evine göndermeye alıştıkları rakiplerine de saygı duymayı öğrenirler...

Dönelim Galatasaray taraftarına: Elbette henüz Avrupa Şampiyonluğu coşkusunu hafızasından atmamış bir kitle için bugün gelinen nokta, düşülen seviye kolay hazmedilir bir durum değil. Ama taraftarlık ne ki? Hep kazananın yanında olmak mıdır taraftarlık? O zaman her sezon "Play Station"da oyun oynarken takım kurar gibi en iyi kadroya sahip (hoş, bazen o da yetmeyebiliyor ya... Bkz. Beşiktaş) takım hangisiyse onu destekle, hiç üzülmezsin.

Bu sevgi işiyse, bunda üzülmek de var, bu duygu işiyse sadece mutluluğa endeksli bir duygusallık mı olur? Hatta bu sevgi işiyse bugün Galatasaray'ı daha fazla sevmek ve desteklemek zamanı değil de ne? Kazandığı zaman dedem de destekler takımını (ah bir de hayatta olsa). Kaptanına küfür ederek, ikinci kaptanını sahada rakiple mücadele ederken yuhalayarak, her futbolcuya ana avrat söverek sevilmez Galatasaray. Hele, bir zamanlar formasını giydiğin bu takımın kötü gününden kendine paye/tiraj çıkarmak için hiç sevilmez. Bana göre, mali açıdan ibra edip yönetim olarak (seçime bir yıl kalmışken) ibra etmeyerek de sevilmez ama, o hiç olmazsa demokratik açıdan sevindirici bir harekettir. Kulüp içinde başka kulüplerin hiçbirisinde olmayan bir demokrasinin varlığını gösterir. Yönetimi bu şekilde devirme devrimini ne Beşiktaş'ta görebiliriz, ne de Fenerbahçe'de! Başkan ve yönetim kurulu tabii ki yanlışlar yapmıştır, bence yönetim yeni stadın açılışında yaşanan olaylarda taraftarına karşı takındığı tavırla yönetimden düşmeyi daha o gün hak etmiştir; ama sen taraftar olarak ondan daha iyi biliyorsan bu işleri aynı başkan eline mikrofonu alıp "saat kaç"?" diye şakşaklık yaptığında da tepki göstermeliydin. O hareketin Galatasaray başkanına değil, amigosuna yakıştığını düşündün mü ki o zaman, bugün kaliteli yönetim bekliyorsun başkanından. O zaman takım şampiyondu, şimdi yerlerde sürünüyor, değişen başkan değil, sensin. Seni değiştiren de skor tabelası. Bütün bu başkan yetkinliği-yetersizliği üzerine bir de liseli lisesiz muhabbeti eklenirse, bu kaos da kaçınılmaz olur. Ki Galatasaray'ı geleceğe sağlıklı bir kulüp olarak taşıyacak anahtar hamle kulüpteki liseli lisesiz güruhunu bir şekilde kaynaştıracak, sağlıklı bir yapıya kavuşturacak çağdaş bir yönetmelikten geçer. Güruhların temsilcileri seçilip yönetime geldiği halde taraftar gibi duygusal davranıyorsa ve egolarına, içinden çıkamadıkları "power game"e yenik düşüyorlarsa sık sık, öyle bir yönetmelik hazırlarsın ki, kimse kimseyi uzaktan kumandayla yönetemez. Kulüp kurulduğu zaman lisenin uzantısı olarak kurulmuş, kökleri hâlâ oradan besleniyor olabilir ama artık bugün milyonlara ulaşan taraftarıyla liseli olmayanla liseliyi aynı kefeye sağlıklı bir şekilde koyacak bir kulüp yönetmeliği hazırlamak çok mu zor? Galatasaray'ı sevmek liseli olarak yönetimi elde tutmaktan geçmek gibi geliyorsa, o zaman taraftarın sevgisinin de kazanmaktan geçmesini yadırgayamazsın. Bugün lisesiz başkana gösterilen tepki yarın pek âlâ liseliye de gösterilir, ona da hazır olmalısın..

Evet, Türkiye'de insanlar severek evlendiği karısını birkaç sene sonra döve döve öldürebiliyorsa, üstelik bu üç günde bir gazetelere düşen sıradan haber kategorisine inmişse, birkaç ay evvel bahçede beraber mangal yaptığı komşusuna bir gün park sorunu sebebiyle bıçak çekebiliyorsa, takımı yenilince dünyanın sonu gelmiş gibi hissediyor, yenince bunu "kendini gerçekleştirme" olarak görüyorsa ve biz bu hastalıklı tutkuyu  "Akdenizli" olmaya bağlıyorsak (İspanya'nın, Fransa'nın, İtalya'nın kıyılarına vuran deniz başka bir Akdeniz demek ki!) daha çok onu devirir bunu getirir, o hocayı yollar, ötekine milyon dolarları sayar, o futbolcuyu kovar, ötekini havaalanında omuzlarda karşılarız ama kalıcı mutluluk yolunda bir arpa boyu ilerleyemeyiz.

Son yıllarda kadrolar kurulurken yönetimlerin harcadığı paralara endeksli sevmeye başladık takımlarımızı. Ne kadar "star" futbolcu ve ne kadar sükseli hoca getirdiyse kulüp, o sezon o kadar çok sevdik takımımızı. Ama zengin olmanın başlarda güzel gelen sonra kıymeti kalmayan mutluluğu gibi taraftarlığımız da gündelik heveslerin gelgitlerine yenik düştü.

Futbol, futbol olmaktan çıkıp endüstri olunca içimizdeki taraftarlığı parayla saadete dönüştürebileceklerine  inandı yöneticiler. Biz de mi inandık buna? Öyle olmuyor(muş) işte, görüyoruz. Bugün Galatasaray'ın başına gelen birkaç yıl önce Fenerbahçe'nin başındaydı, yarın da Beşiktaş'ın başına gelecek. (ya da geldi de, bir kupa finali hevesi kadar ertelenmiş durumda bu gerçek) Futbol çirkinleşti, spor endüstrileşti diye biz de çirkinleşmek zorunda mıyız? Keita'yı, Nonda'yı kolay sattı diye yönetime kızıyoruz da, biz ne yapıyoruz? Biz de sadakatimizi, taraftarlık kalitemizi satıyoruz, aynaya baktığımızda bunun için kendimize kızıyor muyuz?

Asıl sevdiğimiz şey kazanma alışkanlığı ise şimdi çekilelim bir kenara, Galatasaray kazanmaya başladığında trend'leri kovalayan sosyete gibi o zaman tekrar çıkarız ortaya. Bu mudur taraftarlık?

Eğer Galatasaray'a sevdalıysan, her mağlubiyete inat, sana medya tarafından her gün büyük bir zevkle pompalanan kaos yüklü haberlere inat, asıl şimdi sonuna kadar Galatasaraylı olma zamanıdır. Futbolcuna küfür etme, onu linç etme zamanı değil, aksine kaptanından malzemecine kadar hepsine sahip çıkma zamanıdır.

Büyük takım futbolcusu olamıyorlar diye futbolcunu suçluyorsun, peki sen büyük taraftar olabiliyor musun? Sahada yenemediğin rakibi, takımına gösterdiğin sevdanla çatlatabiliyor musun?

Yoksa sevdanı da sattı da bu endüstri, sen ayakta mı uyuyorsun?

31 Mart 2011 Perşembe

stephanie rice'ın dönüşü

Hafta sonunun Avustralya’daki en önemli etkinliği Sydney’de sekiz gün sürecek olan Ulusal Yüzme Şampiyonası. Eylül ayında sağ omzundan ameliyat olan Stephanie Rice’ın da geçirdiği operasyonun ardından ilk kez mücadele edeceği şampiyona, Şanghay’daki Dünya Şampiyonası’nda mücadele edecek sporcuları da seçme niteliği taşıması açısından önemli.

Rice’ın antrenörü Michael Bohl da sporcusu hakkında iddialı konuşuyor. Birkaç yıl öncesine göre Rice’ın şu andaki formu çok iyi Bohl’a göre. Stephanie Rice’ın antrenörünün haklı çıkıp çıkmayacağını hafta sonundan itibaren görme şansımız olacak.

Sydney’de doping kuralı nedeniyle Ian Thorpe ve Libby Trickett yer alamayacak. Fakat bir sürü sağlam yarış bizi bekliyor. Geoff Huegill, Brenton Richard, Leisel Jones, Alicia Couuts, Jessicah Schipper, Emily Seebohn da Şanghay vizesi için yarışacaklar arasında. Commonwealth’te yer almayı tercih etmeyen Eamon Sullivan da Avustralya Ulusal Yüzme Şampiyonası’nda kendini göstermeye niyetli isimlerden.

Sekiz günlük organizasyonun en ilgi çekici yarışlarından biri kadınlar 100 kelebek olacak gibi görünüyor. Rice, Coutts, Seebohn, Schipper, Yolane Kukla ve Mariehe Guehrer hem ulusal şampiyonluk hem de dünya şampiyonası vizesi için mücadele edecekler.

Ara ara Avustralya Ulusal Yüzme Şampiyonasına dair postlar girmeyi planlıyoruz kısmetse…