9 Ekim 2010 Cumartesi

hiddink ile aramızda dağlar...

Şimdi bu ilk 11 tercihi ve Aurelio-Tuncay değişikliği münasebetiyle herkes Hiddink'e sallayacak. Haklı olarak, ben de yapacağım aynını birazdan. Sonra da denecek ki, "Bu ülkede amma çok adam toptan anlıyor, 70 milyon teknik direktör var". Ama bu oyun bu yüzden güzel bir oyun işte. İlkokuldaki çocuğun yapmayacağı hatayı senede bir kamyon avro kazanan Hiddink'e yaptırır, yamulur kalırsın. Tıpkı milli takıma olduğu gibi.

Maçı götüren bence üç önemli konuyu, üç başlıkta değerlendirelim, tane tane.

Madde 1- İlk 11 tercihi:
Teknik direktörün işi insanladır, cetvelle, pergelle değil. Mimarlık mantığıyla hocalık yapmaya kalkınca, elinize yüzünüze bulaşır. Kendince yazılmış bir senaryonun karşılığı, Sabri ve Hamit'ten sol kanat icat ederseniz, gülünecek hale gelirsiniz. Sabri'yi sol bek yapmak, ancak acizlik anınızda, çaresizlikten düşünülebilir, o kadar. Böyle bir acziyet sözkonusu olmadığına göre, hoca oyundan rol çalmak istemiştir ama üzgünüz, herkes affeder de futbol affetmiyor. İster süratinden deyin, ister tecrübesinden; her ne sebepten olursa olsun Sabri sol bek oynatılamaz. Hele Berlin Olimpiyat'ta, asla. İspanya deplasmanına da Fatih Terim, Emre Aşık ve İbrahim Üzülmez ile çıkmış, aynı senaryoyu paylaşmıştı.    

Madde 2- Gurbetçi seçimi:
Hocanın Hamit ve Ömer seçimlerinin gurbetçilikle bir bağlantısı yok, onlar klasik kadronun oyuncuları idi. Nuri ise son dönem çok formdaydı, Almanya'da olması maçın, seçimi etkilemiş olabilir. Halil tamamen gurbetçi kontenjanından sahadaydı. Özer'in varlığı ise anlamsızdı hazır olmadığı bir dönemde ancak gurbetçiliğinin kriter olduğunu düşünüyorum. Bakınca duygusal bir seçim yapıldığı, gurbetçi ağırlığının bilinçli olarak verildiği gözlemlenebiliyor. Sonuç; hüsran. Bu çocukların Türkiye'yi tercih etmemeleri için her şeyi yapıyoruz, Mustafa İzzet, Yıldıray, Sinan Bolat, Nuri Şahin örnekleri, karşısında Gökhan İnler, Mezut Özil. Yeni nesilde Avrupa'dan futbolcu bulmak kolay olmayacak.

Madde-3 Aurelio değişikliği:
Bir sürü rakam kalabalığı ile sistem analizi yapabilirsiniz ama ben modern futbolda iki tane diziliş olduğuna inanıyorum. Ya 4-1-4-1 oynarsınız, ya da 4-4-1-1. Çok temel farklılıkları, biri gerçek tek önliberoludur, diğeri ise iki. Bu yazıyı okuduğunuza göre, FM/CM aşinalığınız mutlaka vardır. Oranın jargonu ile anlatalım. Aurelio gerçek bir DMC'dir, itirazı olan var mı? Emre ve Nuri ise "D" özellikleri de barındıran birer MC'dir. Kariyerlerinin baş zamanlarında AMC iken, değişen futbol şartları ve rekabet onları MC'liğe mecbur bırakmıştır. Yahu koskoca Hiddink, nasıl öyle bir anda Aurelio sakatlanınca, Tuncay ile değiştirir Allah aşkına?  Ne oldu hocamın pergeli, cetveli, sistemi, solbeki Sabrili çözümlemesi? Yerle yeksan... Ne Aurelio kaldı sahada, ne Nuri, ne de Emre. Ne hücum kaldı, ne müdafaa. Ne de maç...

Almanya maçı ciddi bir geçiş maçı idi. Bugüne kadar çok bariz şekilde Oğuz Çetin kadroları ile varolan Hiddink, bu maçta kontrolü ele almak istedi ama üzgünüm, kılavuzları da, veri tabanı da bunun için yeterli değildi. Hiddink'in bu yardımcıları ile başarılı olabilmek için bu ülkede çok daha fazla zaman geçirmesi şart. Keşke Hiddink'in yanına, teknik adam olarak daha önce az olsa sorumluluk alabilmiş birileri olsa idi. Oğuz Çetin'in bir teknik adamlık başarısı olmadığı gibi, sorumluluk almışlığı da yok maalesef. Devrini de Fatih Terim ile doldurmuş, misyonunu yerine getirmişti. Yeni dönem yeni isimlerle başlamalıydı ancak olmadı.

Şu an bu takımın başında Hiddink olduğunu, sadece Sabri sol bek oynarken anladık. Bundan başka yeni birşey yoktu maalesef. Ve hocanın Emre ve Nuri'ye ne kadar uzak olduğunu da, yine Tuncay oyuna girerken anladık. Şu an Hiddink ile milli takımımız arasında, üzgünüm, çok ciddi mesafe var ve Oğuz Çetin bu mesafeyi kısaltabilecek bir teknik adam değil. Mesafeyi kısaltacak olan, yine Hiddink'in bizzat kendisidir. 

NURULLAH BAKIR

4 Ekim 2010 Pazartesi

onlar şimdi milletvekili

Brezilya'da dün yapılan seçimlerde aralarında Romario ve Bebeto'nun da bulunduğun beş eski futbolcu eyalet ve federal meclise seçildi. 146 bin 859 oy olan Romario, Sosyalist Parti'den federal meclise girmeyi başardı. Seçimlerde 28 bin 328 oy alan Bebeto ise eyalet meclisinde milletvekili oldu. Dokuz eski futbolcunun aday olduğu seçimlerde en fazla oyu, 173 bin 878 ile 1993-2003 yılları arasında Gremio kalesini koruyan Danrlei aldı. Marcelinho Carioca, Vampeta  ve Tulio gibi 1990'lı yıllarda Brezilya futbolunda kendinden bahsettiren isimler ise aday olmalarına karşın gerekli oyu alamayarak milletvekili seçilemediler.  Gerçi şaşırmamak lazım, söz konusu isimlerden özellikle Tulio ve Vampeta'nın sempatiklik seviyesi oldukça düşük. Haliyle de milletvekili seçilmeleri zor...

3 Ekim 2010 Pazar

benim değişmeyen "1 NUMARA"m

Bu yılki Amerika Açık'tan sonra dünya tenis klasmanında üçüncü sıraya inen Roger Federer isterse 4-5-6. sıralara, daha da aşağılara insin, benim gözümde ve kalbimde 1 numaradaki yerini hep koruyacak! Çünkü o, diğer tenisçilerden çok daha farklı bir stile ve kaliteye sahip. Hatta onun oynadığı tenisin rakiplerinin (1. ve 2. sıradaki Nadal ve Djokovic de dahil) oynadığı tenise göre farklı bir modda ya da fazda olduğunu düşünüyorum.
Dolayısıyla bu yılın Eylül ayınının (uğursuz) 13. günü çok rahat kazanacağı Amerika Açık yarı fnal maçında 5.sette iki kere kullandığı maç sayısını değerlendiremeyip ardından gelen oyunları Djokovic'e verip maçı kaybetmesi final oynama şansını ve zevkini kendisinden daha hızlı ama sevimsiz Nadal'la kendisinden bir gömlek altta tenis oynayan Djokovic'e bırakması benim için bir şey değiştirmiyor. Tıpkı geçen sezon aynı turnuvanın finalinde önde götürdüğü maçı Arjantinli Del Potro'ya vermesi gibi...

O maçları psikolojik gevşeklik sebebiyle ve kendinden emin olması nedeniyle kaybetti diye düşünüyorum. İnsanın, rakibine kıyasla çok daha iyi olduğunu bile bile oynarken bazen bu rahatlıkla gevşememesi, konsantrasyonunu yitirmemesi mümkün mü? Şimdi, bu satırları okuyanlar "iyi de, büyük sporcuların, gerçek şampiyonların bu tür mazeretleri olabilir mi?" diye sorduğunu duyar gibiyim:
2004'ün ikinci ayının ikinci günü ilk kez elde ettiği "1 NUMARA" unvanından sonra kazandığı Grand Şlam'ler size bir daha hatırlatılınca :
Avustralya : 4 kez (2004/06/07/10)
Fransa : 1 kez (2009)
Wimbledon : 6 kez (2003/04/05/06/07/09)
Amerika : 5 kez (2004/05/06/07/08)
Muhtemelen siz de, bu kadar sayıda şampiyonluğu olan bir insanın öylesi bir lükse ya da bu hataya hakkı var dersiniz.
Kaldı ki, Roger Federer'i benim gözümde (finalleri kaybetse de kazansa da) hiç değişmeyen 1 NUMARA yapan şeyler yukarıdaki numaralarla (rakamlarla) ifade edilen başarılarından ziyade çok daha farklı şeyler.
Mesela değişmeyen mütevazılığı... Ki, sanırım öyle mütevazı olmasaydı, Pete Sampras gibi bir şampiyon kendisine ait tüm zamanların en fazla grand şlam kazanan tenisçisi olma unvanını teslim edeceği maçı canlı izlemek üzere kıtalar arası uçup onu onurlandırmazdı. En azından içinden gelerek yapamazdı bunu.

Başka nelerini seviyorum Federer'in?
 
Mesela rakipleri su içinde kalmış tişörtlerle kendi sahalarında oradan oraya koştururlarken o 5 setlik bir maçı sadece koltuk altları terleyecek kadar az koşmuş gibi tamamlayabiliyor... Yani iyi kaleciyle mükemmel kaleci arasındaki fark gibi Federer ile diğer tenisçilerin farkı. İyi kaleciler çizgi üzerinde durur kaleye gelen toplara bir o yana bir bu yana uçarak hamle yaparlar... Mondragon gibi mesela... Ama mükemmel kaleciler zaten pozisyonların çoğunda topun geldiği yerde oldukları için deliler gibi oradan oraya uçmazlar... Taffarel gibi mesela... Mükemmel kaleci doğru pozisyon alma başarısı için önündeki defansı yönlendirmekten yararlanır; Federer gibi mükemmel bir tenisçi de doğru pozisyon almak için rakibine gönderdiği toplardan, yani oyunu yönlendirme özelliğinden yararlanır...
Oyun stiline gelince
Mesela 'backhand'leri...
Şu anda kendisini 3. sıraya iten Nadal ve Djokoviç'in backhand'leri (bu yazının ciddiyetine zeval geleceğinden endişelenmesem "karı gibidir"diyeceğim, vazgeçtim!) çift el 'backhand'ken Federer son derece etkili olan 'backhand' vuruşlarını tek elle yapar.
Mesela servisleri...
Nadal her (ama her) servis öncesi bir eliyle poposunu eller, (sanırım uğur yapıyor) donu k..na kaçmış da rahatsız ediyormuş gibi donunu çekiştirir, siz de bunu bilmem kaç kez izlersiniz... Djokovic ve benzeri bir dolu tenisçi ise her servis öncesi (güya konsantre olmak adına) topu yere, seyirciye gına getirecek kadar, vurdurur öyle atar servisini... Belki de rakibin sinirini bozmak içindir bu şekilde uzun süre yerde top sektirip servis atışını ondan sonra kullanmak... Son Amerika Açık finalinde Nadal'la oynarken üşenmedim saydım, çoğunlukla servis öncesi 15-16 kez (yuh yani!) yerde sektiriyordu topu Djokovic. Ama Federer'in servislerinde beklemekten sıkıldığınız olmamıştır, olmaz. 3 ya da 4 kez sektirir ve kullanır. Abartmaz... Hiçbir şeyi abartmadığı gibi...
Mesela vuruşları...
Nadal, Djokovic ve bir çok tenisçi her vuruş öncesinde veya sırasında acı acı ya da acıyla bağırır, garip garip sesler çıkartırlar; tıpkı kadın tenisçilerin %99'unda gördüğümüz daha doğrusu duyduğumuz gibi. Öyle ki, iki kort yan yana ve aynı anda iki maça sahne olsa; diyelim ki, birinde Nadal ile Djokovic, diğerinde de Williams (abla veya kardeş Williams fark etmez) ile Wazniacki oynuyor olsunlar, siz de iki kortun arasında bir yerde tribünde oturuyor olsanız, kulaklarınızı birkaç saniyeliğine kapatsanız sanki dünyanın kadınlarda ve erkeklerde "top" yapmış tenisçileri bir araya gelmişler sado mazoşistçe grup seks yapıyorlar sanırsınız. Ama Federer'den ne saatte 120 km. hızı geçen servisleri sırasında ne de köşesine giden zor bir topu çıkartırken öyle isterik sesler duy(a)mazsınız. Çünkü, o hiçbir zaman işin şovunda değil, hep sporundadır.
58 milyon US dolar'la bu sporda tüm zamanlarda en fazla serveti yapmış bir adam görüntüsü vermez asla. Djokovic'e kaybettiği son yarı final maçından sonra ne düşündüğünü, neler hissettiğini soran medya mensuplarına "bu yenilgi beni ateşleyecek, daha çok çalışacağım" diyecek kadar ilk gün heyecanıyla oynuyor tenisi...
Amatör bir tenisçinin gözüyle yazmaya çalıştığım (uzatıp sıkmayacağımdan emin olsam, daha da yazardım - mesela kurmuş olduğu vakıf ve başkaca hayırseverliklerini de anlatabilirdim) bu Federer yazısını profeyonel ve ünlü bir başka tenisçinin kendisi için söylediği ve bence onun muhteşemliğini çok basit ve güzel özetlediği sözlerle bitirmek istiyorum:
Bakın Jimmy Connors Roger Federer için ne diyor?
"Teniste ya toprak kort oyuncususunuzdur ya çim kort ya da sert zemin oyuncusu... Ya da Roger Federersinizdir!"