18 Eylül 2009 Cuma

süper başlangıç


Bu bir grup mücadelesi ise, gruptaki rakiplerinden birini deplasmanda mağlup ederek turnuvaya başlamak, güzel iştir. Galatasaray’ın etkili oyunculardan kurulu hücum hattı, rakipleri baskı altında tutuyor ve kimi yerde hataya zorluyor. Beşiktaş maçından sonra, Panathinaikos maçında da görülen buydu.

Yine Beşiktaş maçına benzer, çok erken gelen gol, maçın kimyasını değiştirdi. İlk golde aslan payı, müthiş bir çalımla pozisyonu hazırlayan Milan Baros’a aitti. Ve hakkını yemeyelim, bir de Panathinaikos stoperinin goldeki olağanüstü katkısının.

Stoper sıkıntısı, Galatasarayda bolluk ya da yokluk çizgisinde yaşanıyor her seferinde. Biri sakat ya da hasta olursa, kalanlar da peşpeşe ortadan kayboluveriyorlar. Son hadise de bunun örneği; Gökhan yok, Servet hasta, Emre sakatlanıyor. Hakan Balta ne kadar sol bek olmak istiyorsa, kaderi onu iki misli stopere doğru itiyor.

Galatasaray teknik heyeti dün bazı kritik kararlar verdi, onları tartışalım:

1. Arda’nın maça yedek başlaması: Bosna ve Beşiktaş maçlarında gördüğümüz Arda’nın Atina deplasmanında kenarda oturması, futbol adına tartışılabilecek bir karardı. Ancak Arda’nın kafasında olduğunu düşündüğümüz, vücut diline yansıyan, sıkıntıları üzerinden atması, bir nebze olsaun rahatlaması için de doğru bir karar. Teknik kadronun kararını destekliyorum. Kaldı ki yerine oynayan adamlar Harry Kewell ve Elano idi.

2. Emre Güngör’ün sakatlığı sonrası Uğur Uçar tercihi: Sert geçeceği düşünülen bir maçta, henüz oyunun başlarında ve skor 1-0 gibi kritik bir halde iken, elinizdeki stoperler de yukarıda özetlediğimiz gibi tükenmişken, Hakan Balta’yı içeri çektiğinizde elinizde üç alternatif bulunuyordu; iki yedek sol bek (Alparslan ve Caner) ve bir yedek sağ bek (Uğur). Alparslan’ın yetersiz, Caner’in ise uyumsuz olabileceğini düşünerek kritik bir kararla Uğur’u tercih etti Rijkaard. Alışık olmadığı pozisyonda zaman zaman ofsayt uygulamalarını bozsa da, Uğur’un savunma katkısı beklendiği gibi oldu.

3. M.Sarp-M.Topal ikilisi: Bunu ben yazmaktan bıkmayacağım. Bu oyuncular, birbirlerine alternatiftir, partner değil. Ayhan’ın yokluğunda alternatifi Barış Özbek olmalıdır. Eğer Barış Özbek bu görev için hazır değil ise, samimiyetle bunun nedenleri araştırılmalıdır. Barış Özbek, yaşı, potansiyeli ile Galatasaray geleceği için önemli bir değer ve sanki bu sezon olması gerekenden az kullanılıyor. Rijkaard ve ekibinin forma dağıtma adaletinden şüphem yok, bu sebeple sorun her neyse çözümü için çaba sarfedilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bir de kişisel performansını mercek altına almamız gereken Elano Blummer var, maçı ikisi de kısmetli iki gol ve bir şahane asist ile bitiren oyuncu. Elano, bugüne kadar ortaya koyduğu performans ile bana bir “temiz ve basit futbol” kralı izlenimi yaratıyor. Zaman zaman ekstra estetik işler yapsa da, uzmanlık alanı oyunu açmak. Hücumda en önemli, en zor bulunan meziyet. Çapraza attığı 30-40 metrelik topların hayranıyım. Ama bir küçük not; dün oyundan çıkarılışından hiç memnun olmadı. Açıkçası ben de memnun olmadım. Elano ve Arda’yı alternatif yapmaktan çok, birlikte oynama alışkanlığı edindirmeye ihtiyacı var Galatasaray’ın.

Ve skor 3-0 iken bir hayli bunaldı Galatasaray. Deplasmandasınız, 3-0 galipsiniz, ne yaparsanız yapın bunun bir rehaveti var. Rakip de kendi seyricisinin baskısında ve hücum etmek mecburiyetinde. Ve Ayhan gibi bu anlarda orta alanda nefes aldıracak paslarınızı yapabilen bir adamınızdan yoksunsunuz. Bir kez daha Leo Franco’yu test etme imkanı olmuştur bu maç ve test yine başarıyla geçmiştir. Ve etkin özelliği hücum etmek olan Galatasaray takımı, ne yaparsa yapsın zaman zaman bu baskıları yaşayacaktır. İşte orda kritik olan önliberolar, savunmacılar ve kalecinin katkısıdır.

Son not; Beşiktaş ve Panathinaikos maçlarının 2’de 2 ile geçilmesi, sahası diğer takımlardan farklı, kendisi can derdindeki Kasımpaşa maçı için tehlike yaratmaktadır. Rakibin durumunun Galatasaray takımında ve teknik heyetinde rehavet yaratmaması lazım, aksi takdirde sezonun ilk mağlubiyetini almak çok sürpriz bir maça denk gelebilir.

by Nurullah Bakır


16 Eylül 2009 Çarşamba

les arbitres - II

les arbitres - I


"Les Arbitres" Euro 2008'de görevli 12 hakemin turnuva boyunca maçlardan önce ve sonra, maçlar sırasında yaşadıklarını anlatan 77 dakikalık bir belgesel film.
Filmin premöyeri dün Paris'te yapıldı. Ülkemize gelir mi bilemiyorum ama fragmanlarından anladığımız kadarıyla bizim ilgimizi çekebilecek sahneler dolu bir film gibi görünüyor. Bu parlak fikri hayata geçiren Belçikalı yapımcılar Yves Hinant ile Eric Cardot'u da kutlamak gerekiyor...

13 Eylül 2009 Pazar

derbi analizi

İlk dört maçından galibiyetle ayrılan ve Avrupa ligi elemelerinde fırtına gibi esen Galatasaray için gerçek imtihanın Beşiktaş maçı olduğu söyleniyordu. Lige istediği gibi başlayamayan Beşiktaş’ın ise Galatasaray maçını fırsat bilip toparlanmaya geçmesi bekleniyordu. 90 dakika oynandı ve Galatasaray lehine 3-0 sonuçlandı. Bugün bir değişiklik yapalım, her iki takımı da oyuncu bazında değerlendirelim. Takım değerlendirmemizi de bunun içine dahil edelim. Öncelikle 11’ler ve dizilişler:

Galatasaray (4-2-3-1): Leo Franco; Sabri, Emre Aşık, Servet, Hakan Balta; Mustafa Sarp, Mehmet Topal; Keita, Arda, Kewell; Baros

Beşiktaş (4-2-3-1): Rüştü; İbrahim Kaş, Sivok, Ferrari, İsmail; Ekrem, Ernst; Serdar Özkan, Tabata, Yusuf; Nihat

Galip ve evsahibi olan taraftan, Galatasaray’dan başlayalım:

Leo Franco: Bugüne kadar oynadığı en iyi maçtı. Kritik müdahaleler yaptı. Maçı gol yemeden bitirmiş olmasında Beşiktaşlı oyuncularından ciddi katkısı olduğunu kabul etmekle beraber, kesinlikle güven verdi.

Emre Aşık-Servet: Uyum ve kademe konusunda birbirini tanıyan ve tamamlayan bir ikili, belli standardın altına yine inmediler. Koşarak gelen oyuncu karşısında tarihi zaafı bulunan Servet, bir pozisyonda Serdar Özkan karşısında yine çok zor duruma düştü, not düşelim. Fakat Galatasaray kenar yönetiminin bu oyunculara uzun pas yapmayı yasakladığını, hata yapma pahasına topu oyuna yerden sokmaları konusunda net ve kesin talimat verdiğini düşünüyorum. Elbette hoş bir talimat ancak Beşiktaş önünde en az 3 pozisyonda bu şekilde kaptırılan toplar sorun yarattı. İş ki Panathinaikos önünde tekrarı yaşanmasın.

Sabri Sarıoğlu: Bence Galatasaray’ın en iyisiydi. Çok konsantreydi. Yusuf, karşılıklı oynaması hem kolay, hem de çok zor bir adam. Yavaş olduğu için kolay, aşırı teknik olduğu için zor. İşini iyi yaptı, hücum katkıları çok olumluydu.

Hakan Balta: Görev adamı, yine işini yaptı. Galatasaray böyle bir oyuncuya sahip olduğu için şanslı. Profesyonel, beyefendi, çalışkan ve iyi topçu.

Mustafa Sarp-Mehmet Topal: Bu iki oyuncuyu birlikte kullanmanın doğru bir fikir olmadığını geçen yazımda da belirtmiştim, fikrimde ısrarcıyım. Galatasaray arzu ettiği tempoyu yakalayamadıysa, Mustafa ve Mehmet’in top dağıtımı konusundaki eksiklerinin de bunda payı var. Ayhan’ın boşluğu dolmuyor. Bence Mehmet ve Mustafa birbirlerine alternatif olmalı ve partnerleri de Ayhan’ın yokluğunda Barış olmalıydı. Savunma tarafındaki performanslarına ise söyleyecek sözüm yok elbet.

Keita: Tribünler pek seviyor, teknik şovlarını. Şimdilik bu şovlar tribünü coşturmaya yarıyor, sonuca katkı zayıf. Ama süper teknik ve süratli bir oyuncu, varlığı rakip savunmalar için bir eşleşme kabusu. Birebirde İsmail Köybaşı da perişan oldu.

Kewell: Pek keyifli bir gününde değildi ama işini de hep olduğu gibi vasatın üstünde yaptı. Mesele, hücum hattındaki topçular, eskiden olduğu kadar fazla hazır pas almadılar orta alan ve savunmadan. O yine de sonuca etki edecek katkısını yaptı, tereddütsüz.

Arda Turan: Bosna deplasmanındaki oyununu aynen sürdürdü. Ya Estonya maçında sarfedilen efor, ya da bizim bilmediğimiz gerekçelerle, Arda kötü oynuyor. Hareketsiz, bekleyerek oynuyor. Gerçekten kötüydü. Kredibilitesi mevcut, sorun yok. Ama toparlanması lazım.

Milan Baros: Golcü, kariyerli topçu, geçen yılın gol kralı; eyvallah, ama adam belki Galatasaray’ın en çok çalışan futbolcusu konumunda. Doğru yerde, doğru zamanda bulunarak yine iki golünü attı.

Genel değerlendirme: Galatasaray sezonun en kötü topunu oynadı ve bu Yunanistan deplasmanı öncesi iyi değil. Durarak oynadı Galatasaray, ki bu oyun sistemine tamamen aykırı. Bunun sebebi, erken gelen golün rehaveti ile milli takım dönüşü yorgunluğun sonucu denebilir mi? Mümkündür, ancak karakteristikleşen Galatasaray futbolu, dinamizm üzerine kurulu.

Ve Galatasaray’ın attığı olağanüstü güzellikteki üçüncü gol. Rakiplerin, iyi ya da kötü gününde Galatasaray’a karşı oynadıklarında karşılaşacakları riskleri gösteren gol. Sabri-Elano-Kewell üçlüsünün paslaşması ve ardından Baros’un bitiren vuruşu. Galatasaray en kötü anında bu ve buna benzer skorları yaratabilecek bir takım, en önemli artısı da bu.

Beşiktaş

Rüştü: Tecrübesine yakışmayacak hatalar yaptı ve skora doğrudan etki etti. Çok kötüydü.

Sivok – Ferrari: Uyumlu bir stoper ikilisi. Her ikisi de özellikli oyuncular. Galatasaray’dan yenen üç gol, bu ikilinin kolektif uyum sıkıntısından kaynaklanmıyor, münferit hatalar ve rakip yaratıcılığı sonucuydu.

İbrahim Kaş: Ne Denizli, ne Terim; bu oyuncuda ne buluyorlar, ben anlamıyorum. Ekrem’i bek oynatıp Fink’i 11 başlatmak ya da Holosko’yla maça başlamak, kötü fikir mi? Ama Mustafa hoca yapmıştır, söyleyecek bir şey yok. İnşallah birgün ondaki cevheri biz Türk futbolseverler de anlayabileceğiz.

İsmail Köybaşı: Genç bir oyuncunun en zor döneminden geçiyor. Maliyetli bir transfer, herkes ona bakıyor, bir şeyler yapması için. Yukarıda da yazdık, ligde eşleşilmesi en sakıncalı adamla oynadı, zorlandı. Hücum katkısı sıfıra yakındı. Doğru bir yatırım, biraz zamana ihtiyacı var sadece. Israr edilmesini doğru buluyorum.

Ekrem – Ernst: Ekrem’in alışık olmadığı bu bölgede oynatılmasının sebebi, Arda’ya neredeyse adam markajı uygulamasıydı. Kötü bir Arda’ya karşı oynayınca, verilen vazifeyi yerine getirmiş oldu. Ama takım oyununa katkı yapamadı. Ekrem, Mustafa Denizli elinde, Beşiktaş’ta iyi bir bek oldu. Bence yerinden kıpırdatmamak lazım. Ernst ise Cisse ile beraber oynadığı zamanlardaki kadar verimli değil. Takımın genel formsuzluk hali, ona da yansımış halde.

Serdar Özkan: Onu oynatmak da, oynatmamak da risk. Öyle işler yapıyor ki, Servet’in karşısında yaptıkları gibi, ağzınız açık kalıyor. Sonra öyle goller kaçırıyor ki, takımın kaderi ile oynuyor. Holosko’ya tercih etti onu Mustafa hoca, ilk 11’ini seçerken. Akılda kalan ise sadece kaçırdığı goller.

Tabata: Bu ülkede futbolla ilgilenen ne kadar insan varsa, hepsinin gözü onun üzerindeydi. Risk almadı, sorumluluk almadı. Kötü de oynamıyordu ama oyundan çıktı. Oyundan alınış kararının doğru olmadığını düşünüyorum. Baskıyı ancak oynayarak atacaktır üzerinden.

Yusuf: Mustafa Denizli’nin anlaşılması en güç kararlarından biri daha. Yusuf ile maça başlamak, hadi başladınız, sol açık oynatmak. Yusuf’un rolü son dakikalarda topu tutmak ya da kilitlenen oyunlarda yaratıcılığından faydalanmak olmalı diye düşünüyorum. Zehir gibi adamları kenarda tutup, ilk 11 başlatmak değil.

Nihat: Tek santrafor olarak bu sistemde yapabileceği bir şey yok. Hele mevcut haliyle bu neredeyse imkansız. Bobo ve Nobre’ye tercih edilmesinin tek sebebi, adının Nihat olmasıdır. Ve sezonun flaş transferi olması.

Genel değerlendirme: Beşiktaş’ın kadro kimyası ile Mustafa hocanın oynatmaya çalıştığı sistem arasında uyum sorunu var. Açalım; “10,5 numara” numara muhabbeti çok uzadı biliyorsunuz ve sonunda Tabata kadroya dahil oldu. Tabata ile oynadığınızda, tek forvet oynama mecburiyetiniz var. Yani Nihat, Bobo, Nobre’den ikisi kenarda kalmalı. Bu bir takım kimyası sorunudur ve idare etmesi güçtür. Şaşılacak olan, Tabata’yı aldırmadan önce, bu kadar üst düzey forveti olan Mustafa Denizli’nin çift forvetli 4-4-2’yi hiç denememiş olmasıdır. Yaratıcılık yükünü basbaya kanatlarda oynayan Holosko ve Tello’ya yükleyerek bu denenebilirdi. Denenmeden Tabata yatırımına gidildi, ki oynatmaya mecbursunuz. Görüyoruz ki hoca bu mecburiyeti Nihat için de hissediyor; Holosko, Bobo ve Nobre’ye kulübe yolları gözüktü. Değil Denizli, Alex Ferguson olsa bu kadar yıldızı kulübeye oturtup bu kadroyu psikolojik olarak hazır tutamaz. Bu haliyle Beşiktaş’ın müthiş bir takım kimyası sorunu vardır ve çözümü de zor görünmektedir. Hoca ya da yönetim, bu sorunun sebebi de yanlış transfer politikasıdır.

by Nurullah Bakır