9 Ocak 2010 Cumartesi

arenas & stoudemire




Her yıl olduğu gibi bu sene de PETA (People For the Ethical Treatment of Animals-Hayvanlar İçin Ahlaklı Yaklaşım) için poz veren ünlüler var. Son günlerde soyunma odasında silah bulundurma/çekme hadisesi yüzünden basketbola ara vermek zorunda kalan Gilbert Arenas ve Amar'e Stoudemire 2010'un PETA için poz veren ünlülerinden ikisi. Gerçi her ikisi de Amanda Beard ya da NFL takımlarından Atlanta Falcons'un tight end'i Tony Gonzalez ve karısı October kadar cüretkar poz vermemiş, şortla takılmayı tercih etmişler doğru da yapmışlar...

cabinda'da güvenlik




Togo Milli Takım kafilesinin uğradığı silahlı saldırının ardından maçlarını Cabinda'da oynayacak Fildişi Sahili, Gana ve Burkina Faso'nun antrenmanlara geliş gidişlerinde güvenlik önlemleri arttırılmış. Bu durumdan futbolcular da ister istemez olumsuz olarak etkileniyor. Futbolcuların endişeleri, keyifsizlikleri yüzlerinden okunuyor.
Togo'nun hükümet nezninde turnuvadan çekileceğinin açıklanmasının ardından saldırı ile ilgili yorumlar gelmeye devam ediyor. Angola kaynaklı haberler Togo kafilesinin gitmek için yanlış yolu seçtiği söyleniyor. Saldırının meydana geldiği Mayombe Yağmur Ormanlarının yıllardır FLEC Militanlarının merkezi konumunda bir bölge olduğu ifade ediliyor.
Gerçi bu açıklamalara ve alınan güvenlik önlemleri Togo kafilesinin başına saldırı gelmesinde önce değerli olacaktı. Saldırıdan sonra yapılan bu tespitler "Ben demiştim"den fazla bir anlam taşımıyor...
Bu arada akşamüstü ajanslara Togo'nun yedek kalecisi Kodjovi Obilale'nin de hayatını kaybettiği haberi ajanslara düşmüştü. Fakat Johannesburg'dan gelen son haberler Obilale'nin bilincini açıldığı ve kendisinin ameliyata alınacağı yönünde...

alain bernard'ın alpler keyfi



Alain Bernard sezonu erken açmış. Alpler'deki gözde kayak merkezlerinden la Clusaz'da hem tatil hem de antrenman yapıyormuş Fransız yüzücü. Fotoğraflardan da anlaşılacağı üzere bir hayli dayanıklıymış soğuğa Alain Bernard kardeşimiz...

togo'nun tercihi...


Togo ile aynı grupta yer alan ve maçlarını Cabinda'da oynayacak olan Burkina Faso'nun Portekizli teknik direktörü Paulo Duarte TVI'a açıklama yapmış.
Portekizli teknik adam, "Dört takım içinde olimpiyat köyü benzeri bir tesis hizmete sunuldu. Fakat Togo burada kalmak yerine 120 kilometre uzaklıkta olan Kongo'ya gitmek istedi. Verdikleri kararın sonucu da ortada. Biz burada kendimizi oldukça güvende hissediyoruz. Gittiğimiz her yerde güvenlik güçleri bize eşlik ediyor" demiş.
Duarte'nin söylediklerinde yaşanılan olayların sorumlusu Togo kafilesini otobüs yolculuğuna çıkaranlar olduğu anlaşılıyor. Zaten Organizasyon komitesinden Togolular'ın yasak olduğu halde otobüsle yolculuk yapıldığına dair eleştirilerine karşın herhangi bir yalanlama da gelmemişti.
Duarte'nin bu açıklamalarını kupanın ertelenmeyeceğini dair bir argüman da olabilir...

cezayir pasaportum olsa...


Julien Faubert'in geniş kitleler tarafından tanınması geçen Ocak'ta ortada fal yok yumurta yokken Real Madrid tarafından kiralanmasıyla olmuştu. Koca 6 ay boyunca 1-2 maç dışında Real Madrid'in yedekler kulübesinde boy göstermekle geçirdi La Liga tecrübesini Fransız futbolcu. Sezonun sonunda ise Londra'ya, West Ham'a geri döndü.
Julien Faubert bugünlerde yine haber olarak düşmeyi başardı L'equipe vasıtasıyla ajanslara. Karısı Cezayirli olan Faubert, Fransa Milli Takımı forması giymekten umudu kesince Kuzey Afrika ülkesinin pasaportunu alıp, Güney Afrika'da mücadele etme derdine düşmüş. Bu kadar kısa sürede Cezayir vatandaşı olsa bile Güney Afrika'da yer alacak Cezayir kadrosuna dahil olmak prosedür olarak neredeyse imkansız gibi. Kim aklını çelmiş Fransız'ın da böyle boş umutlara bağlamış kendisini merak ediyorum...

afrika uluslar kupası avrupa'da düzenlensin!


Gün içerisinde gazeteye yazdığımız Afrika Uluslar Kupası yazısının daha detaylandırılmışımı bloga asmayı düşünürken Togolu futbolcuların antrenman dönüşü uğradıkları saldırı haberi ajanslara düştü. Bizim de gündem birden değişti doğal olarak...
Gerek ajanstan düşen haberlerde gerekse yazılan yazılarda "Kara Kıta"daki güvenlik sorunu irdeleniyor. Afrika kıtası'nda evet güvenlik sorunu var fakat bu her ülkede yaşanacak türden güvenlik sorunu. Organizasyon komitesinin hatası zaman zaman çeşitli olayların yaşandığı Cabinda'yı turnuvanın içerisine dahil etmekti. Böyle bir hata yapılmasa bugün ölen bir kişiyi ve yaralanan dokuz kişiyi konuşmayacaktık.
Olayların yaşandığı yer Afrika olunca  vurmak da doğal oluyor. Sanki 1996 Yaz Olimpiyatlarında Atlanta'da terör saldırısı yaşanmadı ya da 2008'de Yaz Olimpiyatları sırasında bir Çinli Pekin'de Amerikan Voleybol Takımı antrenörünün yakınlarını öldürmedi. Orada da güvenlik sorunları yok muydu acaba...
İnsanoğlu olarak olaylara iki yüzlü bakışımızı Angola'da yaşanılanlarda da sürdürdük.
1990'da Cezayir turnuvaya ev sahipliği yaparken ülke iç savaşa girmek üzereydi. Fakat turnuvada hiçbir olay yaşanmadı. Angola özelindeki şanssızlığı bütün kıtaya mal etmek  de ırkçılıktır.
Gerçi bu olayı yazan bazı blogcu arkadaşlar Mısır ile Cezayir arasındaki olaylara da değinmiş onu terör ve güvenlik ihmali olarak nitelemiş. Orada yaşanılan olayların 1990 Dünya Kupası eleme maçına dayandığından, yaşanılan olaylarda güvenliğin bilinçli olarak sağlanmadığından bihaber olup konu hakkında görüş bildirmek bir nevi Hınca Uluçculuk değil mi?
Çoğu blog çoğu zaman Hıncal Uluç'u söyledikleri ve yazdıkları nedeniyle eleştiriyor haklı olarak. Lâkin Afrika futbolunu takip etmeden, Afrika Uluslar Kupası'yla ilgili iki fikir sahibi olmadan sırf Togo Milli Takımı saldırıya uğradı diye araştırmadan post yazmakta da Hıncal Uluçsal bir davranıştır benim gözümde...

7 Ocak 2010 Perşembe

afrika uluslar kupasına 5 kala - facts & figures...


  • Şimdiye kadar düzenlenen 26 turnuvanın 11'ini ev sahipliği yapan ülke kazandı.
  • Afrika Uluslar Kupası, Avrupa Futbol Şampiyonası'ndan daha eski bir geçmişe sahip. İlk Avrupa Futbol Şampiyonası 1960'da düzenlenirken, Afrika Uluslar Kupası'nın başlangıcı 1957'ye dayanıyor...
  • Angola'daki turnuvaya, daha önce kupayı kazanan Etiyopya, Sudan, Kongo, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Fas ve Güney Afrika katılmaya hak kazanamadı.
  • Afrika Uluslar Kupası'nı kazanan son Avrupalı teknik direktör geçtiğimiz hafta Ankaragücüne imza atan Roger Lemerre. Fransız teknik adam Tunus'u çalıştırırken 2004'te Tunus'ta yapılan turnuvada kazanmıştı kupayı.
  • Turnuvaya kartılan 16 takımdan yedisi Batı Afrika'dan...
  • Afrika Uluslar Kupası'nı en fazla kazanan takım altı şampiyonluk ile Mısır. Onları dört şampiyonluk ile Gana ve Kamerun takip ediyor. Hatırlatmakta fayda var Gana en son şampiyonluğunu 1982 yılında kazanmıştı.
  • Turnuvanın 53 yıllık tarihinde kupa üç defa değiştirildi. Resimde görülen son kupa İtalyan yapımı. İlk kez 2002'de Mali'deki turnuvada kullanıldı.
  • Ev sahibi Angola, Afrika Uluslar Kupası tarihindeki ilk galibiyetini, iki yıl önce Gana'da düzenlenen kupada  Senegal'i 3-1 yenerek aldı.
  • Afrika Uluslar Kupası'nda son beş final maçından üçünde kupayı kazanan takımı penaltı atışları belirledi. 

Kaynak: NewAfrican

6 Ocak 2010 Çarşamba

3-d ile maç keyfi


ESPN spor yayıncılığında dönüm noktalarından birine imza atıyor bu yıl içerisinde. Connecticut merkezli şirketten yapılan açıklamaya göre önümüzdeki 12 ay içerisinde 85 spor etkinliğinin yayını 3-d olarak yapılacak.
Bu kapsamdaki ilk yayın da 11 Haziran'da oynanacak olan Güney Afrika ile Meksika arasındaki Dünya Kupası açılış maçı olacak. ESPN turnuva boyunca 25 karşılaşmayı 3-d yayın olarak müşterilerine sunacak.
Bu projenin hayata geçmesi için yeni bir kanal açacak ESPN, 3-d yayınına uygun bir altyapıya sahip olacak söz konusu bu yeni kanal.
ESPN'in 3-d spor yayını konusundaki ilk adımı geçen yıl gerçekleşmişti. Southern California-Oregon arasında oynanan Amerikan futbolu karşılaşması USC kampüsü içerisinde yer alan salonların bazılarında 3-d olarak yayınlanmıştı.
ESPN'nin 3-d yayını kısa bir süre sonra SKY tarafından Premier League yayınlarına getirilecektir muhtemelen. Premier League maçlarını 3-d olarak izlemek de ayrı bir keyif olur futbolsever açısından...

5 Ocak 2010 Salı

joel griffiths bilmecesi


Avustralya'da futbolun en önemli gündemi Joel Griffiths. Geçtiğimiz sezonu kiralık olarak Beijing Guoan'da geçiren Avustralyalı futbolcu ligin bitimiyle birlikte Avustralya'ya, Newcastle Jets'e geri döndü. Griffiths'in performansından memnun kalan Beijing Guoan önümüzdeki yıl Asya Şampiyonlar Ligi'nde de mücadele edecek olmasından dolayı Avustralyalı futbolcuyu kadroda tutmak ister. Futbolcunun 2011-2012 sezonuna kadar sözleşmesinin olduğu Newcastle Jets ise bu transfer teklifini önce kabul ediyor -bu iddia futbolcunun menajeri John Denison'a ait- Fakat takımın hücumdaki önemli ismi Fabio Vignaroli'nin sakatlanmasıyla beraber Griffiths'i satmaktan vazgeçiyor A-League ekibi.
Newcastle Jets cephesinde ise durum Çin takımının oynadığı bir oyun olarak nitelendiriliyor. Aynı zamanda futbolcunun imzaladığı sözleşmeye uymadığı ve antrenmanlara çıkmadığından dolayı kızgınlık söz konusu. Takımın en fazla para kazanan ismi olan Joel Griffiths, Pekin ekibine transfer olması halinde Avustralya'da kazandığı paranın iki katından daha fazlasını alacak. Zaten Avustralyalı futboılcunun da Çin'e transfer olmasını istemesindeki en büyük neden bu. Kendisi her ne kadar Dünya Kupası kadrosunda yer almak istediğini söylese ve transferin nedenini bu olarak gösterse de.

Newcastle Jets bütün bu olanlara karşın futbolcunun sezon sonuna Beijing Guoan'a satılabileceğini söylüyor. Fakat Çin takımının bu transferi 11 Ocak'a kadar tamamlayamaması halinde bir anlamı kalmıyor. Çünkü o tarih, takımların Asya Şampiyonlar Ligi'nde forma giyecek futbolcuları bildirecekleri son gün.
Durum böyle karışık bir hal alınca Joel Griffiths ve menajeri John Denison Avustralya Futbol Federasyonu'na başvurdu. Federasyonun yarın ya da perşembe günü konu hakkında karar vermesi bekleniyor. Denison kararın kendileri lehine olma ihtimalinin yüzde 50 olduğunu söylüyor. Newcastle Jets'in sahibi ve aynı zamanda başkanı olan Con Constantine ise Avustralya Futbol Federasyonu'nun kararını futbolcu lehine vermesi halinde ülkede bir kaosa sebep olacağına inanıyor. Hiçbir futbolcunun sözleşmesine saygı göstermeyip, istediğini zaman başka bir kulübe çekip gitmeye kalkışacağını ve bunun da ligin ve Avustralya'daki futbolun gelişimine darbe vuracağını söylüyor ki bunda da haksız sayılmaz Constantine.
A-League'de salary cap (ücret tavanı) uygulaması söz konusu olduğu için futbolculara belirli bir rakamın üstünde maaş verilemiyor. Bu durumda da Avustralyalı futbolcular için Kore, Çin ya da Japon takımlarının yaptıkları yüksek ücretli transfer teklifleri de çekici geliyor.
Bu nedenle Avustralya Futbol Federasyonu'nun Joel Griffiths konusunda vereceği karar Avustralya ve Uzakdoğu Asya takımlarının transfer stratejilerinde önemli değişikliklere neden olabilir...

4 Ocak 2010 Pazartesi

roberto carlos'un traffic jam'i


Robert Carlos imzayı attı Parque São Jorge'de. Onu izlemek için gelen Corinthianslı taraftar sayısı 6 bini bulunca bu durum trafiğe de yansıdı. Stadyum etrafında uzun araç kuyrukları oluştu. Park eden araçlar yerlerinden kıpırdayabilmek için 30 dakika beklemek zorunda kaldı. Kısacası Roberto Carlos, Sao Paulo'ya "traffic jam" ile merhaba dedi...

hoşgeldin henin

Justine Henin bu sabah 20 aylık aradan sonra ilk resmî tenis maçına çıktı ve Avustralya'nın şirinliğinden kuşku duyulmayan kenti Brisbane'de Nadia Petrova'yı iki sette (7-5, 7-5) devirerek kortlara aslanlar gibi döneceğini cümle âleme gösterdi. Yukarıdaki a la Yılmaz Özdil pankartta dendiği gibi, tam da zamanında döndü aslında. Ben de bu vesileyle, Henin iki yıl önce tenisi bıraktığında, bu bloğun şefi Mustafa Bey'in siparişi üzerine yazdığım ve Sporist dergisinde yayınlanmış olan yazımla selam edeyim dedim Henin'e. Mayıs 2008'de Berlin'deki maçta, o zamanlar henüz bir numaralara çıkmamış olan Safina karşısında eriyip gidişini çıplak gözle seyrederken, bunun Henin'in kariyerinin son maçı olacağını bilemezdik. Ne mutlu ki değilmiş de zaten... Buyrun o yazı:

BİR NUMARANIN ERKEN VEDASI
Sporist / Haziran 2008


Zirvedeyken bırakmak, tam da bu olsa gerek. 14 Mayıs 2008'de, tenis tarihinde bir ilk yaşandı ve hal-i hazırda dünya sıralamasının bir numarası olan 25 yaşındaki Justine Henin, yorgunluğunu gerekçe göstererek tenisi bıraktığını açıkladı. Henin, bunu geri dönüşü olmayan bir karar olduğunu da özellikle vurguladı.

Rakiplerine göre çok daha zayıf olan cüssesi ve kısa boyuna rağmen, kendi kuşağının en iyi tenisçisi olarak tarihe geçen Henin, kortlarda alçakgönüllülüğün, mücadelenin, çalışkanlığın, kendini sürekli geliştirmenin ve hepsinden önemlisi, en çok ona yakışan bir kırılganlığın simgesiydi. Zaten en sonunda da bu kırılganlığı daha fazla taşıyamayan Belçikalı tenisçi, çok erken bir yaşta spor hayatına nokta koydu.

Fransa Açık hayali
1992'de, Henin henüz 11 yaşındayken, annesi Francoise onu dünya tenisinin o zamanki ustaları olan Steffi Graf'la, Monica Seles’in oynayacağı Fransa Açık finaline götürür. İki usta tenisçinin mücadelesinden çok etkilenen Henin annesine, "Bir gün ben de bu kortta final oynayıp, kazanacağım," der. Aradan 11 yıl geçer ve 2003 yılında aynı kortta oynanan Fransa Açık finalinde iki Belçikalı kozlarını paylaşmaktadır. Kendisi gibi tenise erkenden veda eden vatandaşı Kim Clijsters'i 6-0 ve 6-4'lük setlerle yenen Henin, böylece annesine verdiği sözü tutmuş olur. Annesini henüz 13 yaşındayken kansere kurban veren Henin, hayallerine kavuştuğu maçın ardından, "Kazandığıma inanamıyorum. Küçük bir kızken buraya gelip idolüm olan tenisçileri izliyordum. Daha bu sabah antrenman yaparken, 11 yıl önce annemle oturduğumuz tribüne baktım. Bu benim için çok özel bir başarı," der. Henin’in inişler ve çıkışlarla, yaklaşık beş yıl sürecek olan hikâyesi işte böyle başlar.



İkinci baba Rodriguez
Henin'in hayallerine kavuşmasını ne erken ölen annesi, ne de ilk gençliği süresince küs olduğu babası görebilir ama, merkez kortun tribününde gururla onu seyreden biri vardır: Henüz 13 yaşındayken Henin'i kanatları altına alan ve ona hem antrönürlük, hem akıl hocalığı, hem de babalık yapan Carlos Rodriguez. Kendi akranlarına kıyasla birçok sıradışı yönü olan Henin'in en önemli özelliklerinden biri de kariyeri boyunca aynı antrenörle çalışmasıdır. Hocasıyla aralarındaki bağ öyle kuvvetlidir ki, Henin'in tenisi bıraktığını açıkladığı basın toplantısında gözyaşlarına hakim olamayan kişi Henin değil Rodriguez olur. Henin’i çocukluğundan itibaren bir şampiyon gibi yetiştiren Rodriguez, 2003’teki finalde de oradadır; tıpkı sonraki finallerde olacağı gibi.

Sakatlıklar, hastalıklar, sorunlar
Ancak, sakatlıklar, hastalıklar ve kişisel sorunlar, 2003 yılında Fransa Açık'ı kazanarak ilk Grand Slam şampiyonluğunu elde eden Henin'in peşini bırakmaz. Üst üste Amerika Açık ve Avustralya Açık'ı kazanarak 2004 yılına dünya sıralamasının zirvesinde giren tenisçi, önce bağışıklık sistemini harap eden bir virüsle, daha sonra da dizinden geçirdiği sakatlıklarla boğuşur. 2005 yılında, Mary Pierce'ı yenerek Fransa Açık'ı bir kez daha kazanan Henin, yılın geri kalanını ise yine sakatlıkla mücadele etmeye ayırır. Öyle ki, Belçikalı yıldız 2006 yılının başında Avustralya Açık'ta finale yükselmesine karşın; midesinden yaşadığı rahatsızlık yüzünden tenis tarihinde bir Grand Slam finalini yarıda bırakan ilk isim olur ve şampiyonluğu Fransız Amelie Mauresmo'ya kaptırır. Yılın geri kalanında biraz olsun toparlanarak, Wimbledon ve Amerika'da final oynayıp, Fransa Açık'ı da adet olduğu üzere kazanır.

Bir boşanma, bir barışma
Justine Henin'i, tenisi genç yaşta bırakmaya iten etkenleri, kariyerinin bu kritik aşamasında aramak gerekir belki de. Genç tenisçi, 2007'nin başında yaklaşık beş yıldır evli olduğu, çocukluk aşkı Pierre-Yves Hardenne'den boşanır ve Avustralya Açık'tan çekilerek dünya sıralamasındaki yerini Maria Sharapova'ya kaptırır. Adı artık Fransa Açık'la özdeşleşen Henin'in aynı yıl içinde Ana Ivanovic'i yenerek elde ettiği zafer ise birçok açıdan çok anlamlıdır. Turnuva öncesi, Henin'in erkek kardeşlerinden birinin ölümcül bir tarif kazası geçirmesi üzerine, Henin neredeyse 10 yıldır görüşmediği babası ve ailenin geri kalan üyeleriyle barışır ve final maçında tribünde yerlerini alan aile üyelerine herkesin önünde teşekkür etmeyi ihmal etmez. Kimbilir belki de bu barışmanın sağladığı motivasyonla yılın geri kalanında muhteşem bir performans sergileyen Belçikalı, Wimbledon yarı finali dışında hiç maç kaybetmeden sezonu sonlandırır.

Ve ateş söner
2008'e gelindiğinde, kariyeri boyunca 5 milyon doların üzerinde para ödülü kazanmış, dünya sıralamasının zirvesinde bulunan, herkesin gıptayla ve hayranlıkla izlediği bir tenisçi vardır karşımızda. Ancak işin iç yüzünün farklı olduğu, genç yaşında birçok sorunla boğuşmasına rağmen tenisi hiç aldatmayan küçük Belçikalı'nın içindeki ateşin söndüğü çok geçmeden anlaşılır. 2008'in Ocak ayında, Henin'in Avustralya Açık çeyrek finalinde, alışık olduğumuz kararlılığından, dayanıklılığından ve zekasından uzak bir oyunla Maria Sharapova'ya yenilmesi sonun habercisi gibidir. Yılın geri kalan kısmında eski formunu bir turlu tutturamayan Henin, Mayıs ayında Berlin'de düzenlenen WTA turnuvasında, daha önce set bile vermediği Dinara Safina'ya yenildikten sonra, "Bu yenilgi için sunabilecek hiçbir açıklamam yok," der ve devam eder: "Bir şeyler eksik ama bu fiziksel bir şey değil. Eskisinden daha az coşkuluyum. Geçtiğimiz yıl çok fazla cepten yedim."

Berlin'in şaşırtıcı Mayıs sıcağında, benim de çıplak gözle izleme şerefine nail olduğum bu yenilgi Henin'in kortlardaki son resmî maçı olur ve başta Williams kardeşler olmak üzere, kendisinden çok daha iri birçok tenisçiyi zekası, sağlamlığı ve müthiş backhand'iyle dize getiren Justine Henin, "Artık bir kadın olmak istiyorum," diyerek tenisi bıraktığını açıklar.

Henin’in son basın toplantısındaki şu sözleri, tenisçinin durumunu fazla söze gerek bırakmadan ortaya koyar zaten: “Mükemmeliyetçi bir insan olduğum için son aylarda bir mucizeyi gerçekleştirip, o eski coşkuma ve arzuma kavuşmak için büyük mücadele verdim. Ancak Berlin’den sonra bu çabaya son verdim. Yolun sonuna geldiğimi anlamıştım.”

Yarış atı değil insan
Kısa süren kariyerine 41 turnuva şampiyonluğu sığdıran küçük Belçikalı, 4 kez Fransa Açık'ı, iki kez Amerika Açık'ı, bir kez de Avustralya Açık'ı kazanarak tenis tarihine adını yazdırdı. 2004 Atina Olimpiyatları'nda da mutlu sona ulaşan Henin, özellikle kadın tenisçilerin sprocudan çok birer reklam yıldızı ve moda ikonu haline geldiği ve çocuk yaştaki sporcuların yoğun bir program dahilinde at gibi koşturulduğu bir dönemde; alçakgönüllü, dayanıklı, buluşçu, sade ve kırılgan bir tenisçi olarak her zaman sempatiyle hatırlanacak. Henin'e yalnızca o muhteşem backhand vuruşundan ve kortta sergilediği hayranlık uyandıran kararlılığından ötürü değil; sporcunun ne pahasına olursa olsun kazanmak zorunda olan bir tanrı-varlık olmadığını, zirvedeyken bırakarak gösterdiği için de bir teşekkür borçluyuz.

3 Ocak 2010 Pazar

twitter'dan haberleri almaya devam...


Brezilyalilar ve Amerikalilar'in açık sözlülüğü sayesinde twitter üzerinden transfer gelişmelerini takip edebiliyoruz. Daha önce yazmıştık Atletico Mineiro Başkanı Alexandre Kalil'in transferleri twitter hesabı üzerinden duyurmasını.
Bu durumun bir benzerini Freddy Adu gerçekleştiriyor. Üç sezon önce Benfica forması ile Avrupa'ya adım atan Adu'nun bahtı gülmedi bir türlü eski kıtada. Önce Benfica'da yedek beklenerek geçirilen bir sezon. Ardından ise kiralık olarak yine kadroya girilemeyen bir Monaco macerası. Adu için kayıp geçen iki yılın ardından bu sezonun başında da yine bir yolculuk göründü. Bu sefer o kadar uzak bir yol değildi Lizbon'un diğer temsilcisi Belenenses'in yolu tutuldu.
Bahtsız Freddy Adu Belenenses'te de yedek olmaktan öteye gidemedi. İki hafta önce yeni teknik direktör Toni tarafından Benfica'ya geri yollandı. Şehrin büyük takımında istenmediği için küçüğe yollanan Amerikalı yeni bir kulüp arayışına girdi. Yazdığı tweetlere bakılacak olursa Hull City ile Aris arasında bir tercih yapması gerekecek.
Hull City hem dil problemi yaşamayacak olması hem de Jozy Altidore'un da yanı takımda olması nedeniyle ideal bir seçim gibi görünebilir. Fakat dünya kupasının yapılacağı bir yılda düzenli olarak forma giymeyen -hatta hiç forma giymeyen- bir futbolcuya Bob Bradley şans vermezse şaşırmamak lazım. O nedenle onbirde forma giyme ihtimalinin daha yüksek olacağı Aris'e gitmek Amerikalı futbolcu için hayırlı olabilir.
Adu'nun aklı karışmış olmalı ki transferi twitter da sorgulayıp duruyor. Fransa'dan sonra İngiltere'de de hava almakla yetinmek Freddy Adu için bir başka hayal kırıklığı anlamına gelebilir.  Hector Cuper ile Selanik'te geçirilecek zevkli bir altı ay Amerikalı'yı formda bir şekilde Güney Afrika'ya yollar tabi Altidore'a kulak vermezse...

abreu'nun dünya turu...


Dünya üzerinde en gezgin futbolcular sıralamasında ilk beşte olduğuna kesin eminim Sebastián Abreu'nun. Muhtemelen aktif futbol yaşantısı söz konusu olduğunda da ilk sıradadır Uruguaylı forvet. Profesyonel kariyerinin başladığı 1996'dan beri Uruguay dışında beş ayrı ülkede top koşturan Abreu, aralarında San Lorenzo, Deportivo, River Plate, Beitar Jerusalem ve Club America'nın da bulunduğu 15 farklı takımın forması giymiş.
Bu sezona Aris'e transfer olarak başladı Uruguaylı. Fakat gerek Mazinho gerekse Héctor Cúper ona çok fazla forma şansı vermeyince devre arasında ayrılmaya karar verdi Yunanistan'dan. Bu kadar gezgin bir adamın nereye gideceğinden kimse emin olamadığından Abreu'nun Santos, Kavala ya da Nacional Montevideo'dan birine transfer olacağı konuşuluyordu.
O ise herkesi ters köşeye yatırarak Botafogo ile anlaştı Uruguay basınında yazılanlara göre. Futbolcunun menajeri Gerardo Arias da transferi doğruladı. İki yıllık sözleşmeye imza atan ve bu hafta içerisinde Rio'ya gitmesi beklenen Sebastián Abreu, top koşturduğu ülkelerin sayısını altıya, formalarını eskittiği takımların sayısını da 16'ya çıkardı böylece...