Bir kere bu yazıyı “gerçekten yaptılarsa cezalarını çeksinler” klişesiyle bitirmeyeceğime dair baştan söz vereyim size. Bana çok gereksiz bir temenni gibi geliyor bu. (Bir pozisyona eleman ararken, istenilen özelliklere "dürüst olmalı" yazmak gibi bir şey yani.) Dahası, bu cümleyi bugünlerde Fenerbahçeliler söyleyince inandırıcı da gelmiyor bana.
Ben Fenerbahçeli değilim, ama kafam ve duygularım karışık; sevinmekle üzülmek arasında gidip gelmelerdeyim üç gündür. Sevinemiyorum, çünkü Trabzonlu da değilim; şampiyonluğu son haftaya kadar kovalamış ama aynı puanla FB’ye kaptırmış bir ruh halim yok anlayacağınız. Ve Fenerbahçesiz bir lig benim takımımı tutan kimseye keyif vermez, biliyorum.
Ama üzülemiyorum da çünkü ateş olmayan yerden (bu kadar) duman çıkmaz. Nihayet üzerine gidilebiliyorsa bu işlerin, bundan Türk futbolu kârlı çıkacaktır en çok. Ve en azından bir 10-15 yıl cesaret kırılması yaşayacaktır zaten yıllardır tadı kaçan cânım futbolun içine başka şeyler karıştırmaya çalışan niyeti bozuklar.
Bunlar ilk etap (taze tabirle “ilk dalga”) sonrası hissettiklerim; gelelim kendi kendime sorup da cevaplayamadığım, kafamı karıştıran sorulara:
Hep söylenen ve benim de doğruluğuna inandığım bir şey vardı; bir dava sonuçlanana kadar o dava ile ilgili detaylı yorum ya da böyle incik cincik haber yapıl(a)mazdı. Ne oldu, şimdi ne değişti de iddialar ve iddialara karşı verilen yanıtlar madde madde, çarşaf çarşaf yayınlanır oldu her yerde? Camiayı yatıştırma, bu operasyonu baştan haklı çıkartma çabaları mı? Eldeki delillere güvenilmiyor mu ki bundan medet umuluyor?
Bir başka soru: Başbakana (doğal olarak böyle önemli bir konuda ve mâlum aynı zamanda eski futbolculuğu da var sayın başbakanın) operasyonun başladığı gün mikrofon uzatılıyor ve ne düşündüğü soruluyor; “bilgim yok, umarım çok tatsız sonuçlar çıkmaz”diyor. Ama, ertesi gün bir başka merci, operasyon öncesi başbakana üç saat kadar brifing verildiğini açıklıyor ki, benim bildiğim hâlâ tekzip edilmedi bu iddia. Hangisine inanacağım?
Kabul eder misiniz bilmem ama başbakanın böyle kallavi bir konuda düğmeye basılma öncesinde hiç bilgisi olmadığına inanmak uzunca ve detaylı bilgi verilmiş olmasına inanmaktan daha zor.
O zaman da şu soru geliyor aklıma: Yargımız bağımsızsa, şüphelilerin üzerine gidilmeden önce başbakana bilgi vermek icazet almak sınırına yaklaştırmıyor mu bu hamleyi?
Bugün (dün) sağlık sebeplerinden ötürü A.Yıldırım serbest bırakılmış. Bu saatten sonra yurt dışına kaçma olasılığı zor olduğuna göre doğru bir karar (burada da sorum şu olur: Aramalarda bütün deliller bulunmuş muydu? Ya da geride bulunmamış delil kalmış bile olsa, Aziz Bey onları yok edemeyecek kadar hasta diye mi gönül rahatlığıyla serbest bırakıldı?) Neyse ne, bence de bırakılmış olması çok abes değil ama o zaman da Haberal’ın, Balbay’ın günahı ne? Üstelik Haberal da ciddi şekilde hastalanmıştı...
Geçelim bundan sonra olabileceklere dair sorulara...
Çiçeği burnunda, futbol federasyonu başkanı, biz yargının sonuçlanmasını beklemeden kararımızı verip FIFA ve UEFA’ya yazılı bildirimi yapacağız dedi. Güzel, pro-aktif bir yaklaşım... Diyelim, Şampiyonlar Ligi’nde bizi temsil edecek takımlardan biri(ncisi) olarak beş altı hafta önce şampiyonluğu tescil edilen Fenerbahçe’yi bildirdiler FIFA’ya, ya, ŞL başlar başlamaz yargı organlarımız kararını verir de Fenerbahçe’nin şampiyonluğu iptal edilirse..? Ya da tam tersi oldu diyelim, yani federasyon bu toz dumanın altından mutlaka bir şeyler çıkacağını düşünerek FIFA’ya FB ve TS yerine TS ve Bursaspor’u bildirir de, ŞL maçları başladıktan sonra yargıda aklanırsa Fenerbahçe?
İki ucu, (hatta boydan boya) “shit”li bir değnek! Tutabilene aşk olsun.
Duygusal boyutta da bir-iki söz edip kapatalım konuyu.
Son üç gündür sadece Fenerbahçeliler değil, rakip taraftarlar da biraz şaşkın. Ve Fenerliler kadar olmasa da rakipler de suskun. Ben bu sessizliğin altında, bu dalga büyür de ya bize de sıçrarsa endişesinin yattığını veya Ünal Aysal’ın özetle “sessiz olun, sataşmayın” telkininin olduğunu pek sanmıyorum. Bu sessizliğin altında uzun yıllardır görmeye hasret olduğum “rakibe saygı ve şefkat” seziyorum (rakibe şefkat!!! Neler diyorum ben? Ama vallahi öyle hissediyorum) Top yekûn bir “Aziz başkan gitse de siz gitmeyin, puanınız silinse de, sezona eksi puanla başlasanız da Süperlig’de olun” temennisi seziyorum.
İngilizcede “wishful thinking” denilen türden, arzulara yenik düşmüş bir düşünce mi benimkisi?
Hazır, rekabet zemini temizleniyorken (veya zaten temiz çıkarsa) rakipler arası ilişkilerde de bembeyaz bir sayfa açılamaz mı bundan sonrası için?
Son yıllarda bizi yormaya başlayan futbol, yerini eski günlerdeki gibi, hayatımızı süsleyen güzel ve temiz futbola bırakamaz mı?