Galatasaray çok kötü bir dönemden geçiyor; tabii, Türkiye şartlarında. Çünkü, Türkiye'de her şey 90 dakikaya endeksli. 90 dakikaları 1-0'la bitir, geri kalan branşlarda veya konularda çuvallasan da fark etmez. İşte bu yüzden bu sezon Galatasaray tarihinin (ben 1905 yılından beri takip edemiyorum tabii, ama yazılanlara bakılırsa öyleymiş) en kötü dönemini geçiriyor(muş)!
İngilizce'de bir söz vardır burada onu söylemek geliyor içimden "So what?" N'olmuş yani? Bu sezon da böyle olsun; keşke Beşiktaş ve Fenerbahçe'de böyle sezonlar geçirseler de (ki geçirdiler, hatırlıyorum) Anadolu takımlarının, her zaman kazanamayan, haftalarca mağlup olan takımların futbolcularının ve taraftarının halinden biraz anlar olsunlar. Belki o zaman o, illa ki yenip evine göndermeye alıştıkları rakiplerine de saygı duymayı öğrenirler...
Dönelim Galatasaray taraftarına: Elbette henüz Avrupa Şampiyonluğu coşkusunu hafızasından atmamış bir kitle için bugün gelinen nokta, düşülen seviye kolay hazmedilir bir durum değil. Ama taraftarlık ne ki? Hep kazananın yanında olmak mıdır taraftarlık? O zaman her sezon "Play Station"da oyun oynarken takım kurar gibi en iyi kadroya sahip (hoş, bazen o da yetmeyebiliyor ya... Bkz. Beşiktaş) takım hangisiyse onu destekle, hiç üzülmezsin.
Bu sevgi işiyse, bunda üzülmek de var, bu duygu işiyse sadece mutluluğa endeksli bir duygusallık mı olur? Hatta bu sevgi işiyse bugün Galatasaray'ı daha fazla sevmek ve desteklemek zamanı değil de ne? Kazandığı zaman dedem de destekler takımını (ah bir de hayatta olsa). Kaptanına küfür ederek, ikinci kaptanını sahada rakiple mücadele ederken yuhalayarak, her futbolcuya ana avrat söverek sevilmez Galatasaray. Hele, bir zamanlar formasını giydiğin bu takımın kötü gününden kendine paye/tiraj çıkarmak için hiç sevilmez. Bana göre, mali açıdan ibra edip yönetim olarak (seçime bir yıl kalmışken) ibra etmeyerek de sevilmez ama, o hiç olmazsa demokratik açıdan sevindirici bir harekettir. Kulüp içinde başka kulüplerin hiçbirisinde olmayan bir demokrasinin varlığını gösterir. Yönetimi bu şekilde devirme devrimini ne Beşiktaş'ta görebiliriz, ne de Fenerbahçe'de! Başkan ve yönetim kurulu tabii ki yanlışlar yapmıştır, bence yönetim yeni stadın açılışında yaşanan olaylarda taraftarına karşı takındığı tavırla yönetimden düşmeyi daha o gün hak etmiştir; ama sen taraftar olarak ondan daha iyi biliyorsan bu işleri aynı başkan eline mikrofonu alıp "saat kaç"?" diye şakşaklık yaptığında da tepki göstermeliydin. O hareketin Galatasaray başkanına değil, amigosuna yakıştığını düşündün mü ki o zaman, bugün kaliteli yönetim bekliyorsun başkanından. O zaman takım şampiyondu, şimdi yerlerde sürünüyor, değişen başkan değil, sensin. Seni değiştiren de skor tabelası. Bütün bu başkan yetkinliği-yetersizliği üzerine bir de liseli lisesiz muhabbeti eklenirse, bu kaos da kaçınılmaz olur. Ki Galatasaray'ı geleceğe sağlıklı bir kulüp olarak taşıyacak anahtar hamle kulüpteki liseli lisesiz güruhunu bir şekilde kaynaştıracak, sağlıklı bir yapıya kavuşturacak çağdaş bir yönetmelikten geçer. Güruhların temsilcileri seçilip yönetime geldiği halde taraftar gibi duygusal davranıyorsa ve egolarına, içinden çıkamadıkları "power game"e yenik düşüyorlarsa sık sık, öyle bir yönetmelik hazırlarsın ki, kimse kimseyi uzaktan kumandayla yönetemez. Kulüp kurulduğu zaman lisenin uzantısı olarak kurulmuş, kökleri hâlâ oradan besleniyor olabilir ama artık bugün milyonlara ulaşan taraftarıyla liseli olmayanla liseliyi aynı kefeye sağlıklı bir şekilde koyacak bir kulüp yönetmeliği hazırlamak çok mu zor? Galatasaray'ı sevmek liseli olarak yönetimi elde tutmaktan geçmek gibi geliyorsa, o zaman taraftarın sevgisinin de kazanmaktan geçmesini yadırgayamazsın. Bugün lisesiz başkana gösterilen tepki yarın pek âlâ liseliye de gösterilir, ona da hazır olmalısın..
Evet, Türkiye'de insanlar severek evlendiği karısını birkaç sene sonra döve döve öldürebiliyorsa, üstelik bu üç günde bir gazetelere düşen sıradan haber kategorisine inmişse, birkaç ay evvel bahçede beraber mangal yaptığı komşusuna bir gün park sorunu sebebiyle bıçak çekebiliyorsa, takımı yenilince dünyanın sonu gelmiş gibi hissediyor, yenince bunu "kendini gerçekleştirme" olarak görüyorsa ve biz bu hastalıklı tutkuyu "Akdenizli" olmaya bağlıyorsak (İspanya'nın, Fransa'nın, İtalya'nın kıyılarına vuran deniz başka bir Akdeniz demek ki!) daha çok onu devirir bunu getirir, o hocayı yollar, ötekine milyon dolarları sayar, o futbolcuyu kovar, ötekini havaalanında omuzlarda karşılarız ama kalıcı mutluluk yolunda bir arpa boyu ilerleyemeyiz.
Son yıllarda kadrolar kurulurken yönetimlerin harcadığı paralara endeksli sevmeye başladık takımlarımızı. Ne kadar "star" futbolcu ve ne kadar sükseli hoca getirdiyse kulüp, o sezon o kadar çok sevdik takımımızı. Ama zengin olmanın başlarda güzel gelen sonra kıymeti kalmayan mutluluğu gibi taraftarlığımız da gündelik heveslerin gelgitlerine yenik düştü.
Futbol, futbol olmaktan çıkıp endüstri olunca içimizdeki taraftarlığı parayla saadete dönüştürebileceklerine inandı yöneticiler. Biz de mi inandık buna? Öyle olmuyor(muş) işte, görüyoruz. Bugün Galatasaray'ın başına gelen birkaç yıl önce Fenerbahçe'nin başındaydı, yarın da Beşiktaş'ın başına gelecek. (ya da geldi de, bir kupa finali hevesi kadar ertelenmiş durumda bu gerçek) Futbol çirkinleşti, spor endüstrileşti diye biz de çirkinleşmek zorunda mıyız? Keita'yı, Nonda'yı kolay sattı diye yönetime kızıyoruz da, biz ne yapıyoruz? Biz de sadakatimizi, taraftarlık kalitemizi satıyoruz, aynaya baktığımızda bunun için kendimize kızıyor muyuz?
Asıl sevdiğimiz şey kazanma alışkanlığı ise şimdi çekilelim bir kenara, Galatasaray kazanmaya başladığında trend'leri kovalayan sosyete gibi o zaman tekrar çıkarız ortaya. Bu mudur taraftarlık?
Eğer Galatasaray'a sevdalıysan, her mağlubiyete inat, sana medya tarafından her gün büyük bir zevkle pompalanan kaos yüklü haberlere inat, asıl şimdi sonuna kadar Galatasaraylı olma zamanıdır. Futbolcuna küfür etme, onu linç etme zamanı değil, aksine kaptanından malzemecine kadar hepsine sahip çıkma zamanıdır.
Büyük takım futbolcusu olamıyorlar diye futbolcunu suçluyorsun, peki sen büyük taraftar olabiliyor musun? Sahada yenemediğin rakibi, takımına gösterdiğin sevdanla çatlatabiliyor musun?
Yoksa sevdanı da sattı da bu endüstri, sen ayakta mı uyuyorsun?