3 Ekim 2009 Cumartesi

2016 yazı...


Chicago ve Tokyo'nun ilk turda elenmesinin ardından 2016 Yaz Olimpiyatları'na kimin evsahipliği yapacağı hemen hemen belli olmuştu. 1960'tan bu yana ardarda iki Avrupa şehrinin yaz olimpiyatı düzenlediği görülmemişti. 2012 Londra'nın ardından Rio'nun ev sahipliği yapacağını bu istatistiğe dayanarak Jacques Rogge'un açıklamasından önce tahmin etmek mümkündü. Öyle de oldu. Lula devlet başkanlığı döneminde tarihe geçecek iki olaya imza attı. Önce 2014 Dünya Kupası ardından da 2016 Yaz Olimpiyatları ev sahipliği ile spor tarihinin en büyük iki organizasyonunu ülkesine getirdi. Bu başarısıyla politik hayatına uzun süre devam edebilir.
Biz ise 2016 ile ilgili hayallerimizi önce Türkiye'deki Avrupa Futbol Şampiyonası ardından da Rio'daki yaz olimpiyatları ile süsleyelim.
Postun sonunda girişte Rio'nun tanıtım filminin olduğunu da belirtelim üşenenler için...

çok çok para kazanmalı...


"Para kazanıp harcamak için tenis oynamıyorum. Fakat karım büyük bir alışveriş canavarı. Bu yüzden iyi bir tenisçi olmaya çalışıyorum."

Nikolay Davydenko'nun eşi Irina'nın para harcama tutkusunu hakkındaki düşüncesi...

comeback


20 ay önce bu bloga açarken bu işi belirli bir süre yapıp sonra bırakmak değildi. Günde keyfe göre en az 1 post girmeyi düşünüyordum. 3 ay öncesine kadar da keyfe keder, hergün birşeyler karalamayı başarmıştım.
Tabi insanın hayatı blogla sınırlı değil. Biz de keyifsiz - hüzünlü geçirdiğimiz bir döneme denk geldik. Ki kolay kolay toparlanamayacak bir durumdan "comeback" yaparak yavaş yavaş toparlamaya çalışıyoruz.
Arada boşladığımız bloga geri dönemin vakti. Bundan böyle eskisi gibi çoğu "abdürd" post ile buralarda olmaya çalışacağız eğer hayatın bize oynadığı oyunlar şimdilik bu kadarsa...

2 Ekim 2009 Cuma

hatice - netice...

D-Smart'ın ilk reklamlarını hatırlayan var mı?... Hani Şahan'ın oynadıkları... Ne diyordu bu yeni digital platform... Artık spor, film vs... İzlemek için aylık ücret ödemeyeceksiniz... Sadece bir dekoder alacaksınız... Şimdi ne oldu... Eurofutbol çıktı ve maçlar şifrelendi... Şimdi Digitürk ile D-Smart arasındaki fark ne oldu....
Fenerbahçe'ye gelecek olursak... Başlık aslında herşeyi anlatıyor... Kötü oyun gerçekten bakacak olursak insan Fenerbahçe'yi 90 dakika izlemeye teammül edemiyor... Ancak buna rağmen netice ortada..
Emre'nin dönüşü takımı pozitif yönde etkiledi... Baroni bazen gereksiz top kayıpları yapsada yinede takıma oldukça yararlı... Semih farkını gösterdi... Gol pozisyonunda bilinçli ortası oldukça güzeldi... Alex, ne demek gerekir... Fenerbahçe'nin yarısı... Ne zaman Türkiye'de oynayan bir yabancı futbolcu Alex'in istatistiklerine ulaşırsa o zaman Alex eleştirilebilir..
Roberto Carlos'a kulübe yaramış.. Takımı uyaran defansı düzenleyen isim oldu Sheriff maçında... Önder'den Gökhan olmaz...Gökhan'sız sağ kanat olmaz... Uğur istekliydi... Kazım ise silik...
Sheriff'te 3-4 tane yetenekli oyuncu olsa Avrupa'da çok iş yapar... Çok koşuyorlar ancak bal yapamayan arı misali gol yollarında yoklar...
Fenerbahçe'nin futbolu iç açıcı değil ancak bu sezon şampiyonluk gelirse kimsenin ileride 2009/10 sezonunda Fenerbahçe çok kötü oynadı diyeceğini zannetmiyorum... Esas olan hatice değil neticedir...

“trip” psikolojisi

Frank Rijkaard’ın 47 yıllık ömründe öğrendiği birçok şeye yenilerini öğrenmeye başladığı günlerden geçiyoruz. Muhtemeldir ki hoca ve ekibi şimdi düşünüyorlar, ne oldu da acaba bu futbolcular bir anda bu kadar düşüverdiler. Çoğunluğunu Türk vatandaşlarının oluşturduğu bir ekip ile çalışıyorsanız, azınlığı da psikolojik olarak etkileme şansları varsa, bu çöküntüyü önce anlamak, sonra çözmek Rijkaard için çok yeni bir tecrübe olacak muhtemelen.

Maç öyle ya da böyle olmuş, çok önemli değil. Telafisi olan bir maç, kaldı ki 2 tane pozisyon topu direkten geri gelmiş. Milim hesabıyla kaçmış galibiyet. Önemli olan bunlar değil.

Önemli olan bir frikiğin başında 4 kişinin ego savaşı, burnunun dibindeki topu alıp korner atmaktan imtina eden, “buyursun atsın” tavırları.

Bu kalibrede bir Galatasaray kadrosunu ne bitirir? Üç harfli tek kelime; “ego”. Herkes “ben” demeye başladığı an, evin yolu bulunmaz. Yıldızlar, arzu ettikleri “poh poh”u görmediklerini düşündüğünde küsecek, ısınmaya çıkmayacak, pas atmayacak ve en önemlisi hücum anında hareketsiz, savunma anında kayıtsız kalacak ise; buna mukabil oyunun hamallığını çekenler bir süre sonra “yerim sizin havanızı, ben de asılmıyorum lan”a gelecek ise; o iş yatar arkadaşlar.

%100 öyle mi oldu Strum Graz maçında? Olmadı ama iki maçtır emareler fena. Bu “trip” psikolojisi fena halde bulaşıcıdır, bireyleri hızla yanlızlığa, takım bilincini ise yoklara iter. İki maçtır can sıkıcı şekilde bu hissediliyor.

Erken form tutmuş olmak, süper bir başlangıç yapmak, her türlü methiyeye maruz kalmak sürekli olamaz. Düştüğünüz zamanlar da olacaktır elbet. Mesele, takım için de, kenardakiler için de bu geçiş dönemlerinde ayakta durabilmek. İlk zoru görünce “trip” hadisesine başlarsanız, önce tribün başlar uğuldanmaya, sonra kulübe. Yaşlı, genç, yerli, yabancı, evlat, el ayırmadan.

Strum Graz maçının benim için özeti bu. 4-4-2, 3-5-2’den önemli sorunlar olabilir, müdahale zamanını geçirmemek lazım.

by Nurullah Bakır

28 Eylül 2009 Pazartesi

Ah o direkler....

Yok yok merak etmeyin, Antalyaspor - Fenerbahçe maçını sadece direklerle özetlemeyeceğim..
Aslına bakılacak olursa Antalya deplasmanı bence Fenerbahçe'nin bu güne kadar oynadığı en zor deplasmandı..
Mehmet Özdilek'in Cristoph Daum'u yenmek için iyi bir takım hazırlayacağını biliyorduk..ama bu maçta inanılmaz bir Alex olacağını ise tahmin edemezdik...Alex herşeyi yaptı...son 40 metrede oyuna hakim olan isimdi...Hele Güiza'nın kaçırdığı golde attığı 50 metrelik pas derslerde gösterilecek nitelikteydi...
Alex çok iyi oynadı ama gizli kahraman Baroni'ydi...Emre'nin yokluğunda oynanan maçların kayıpsız tamamlanmasında en önemli etken bence Christian...Kademe anlayışı mükemmel, sadeliği ise belki yıldızlaşmasını önlüyor ancak takım için oldukça faydalı bir özellik...
Semih hasta olarak çıktığı maçta görevini yaptı...beni en çok endişelendiren Santos ve Gökhan'ın sakatlıkları...umarım çok ciddi bir şey yoktur.......
Güiza'yı görmezden gelemeyeceğim...gol kaçırıyor tamam kabul etmek gerekir...benim merak ettiğim şey Güiza'nın İspanya'da gol kralı olduğu dönemde maç başına ortalama kaç kilometre koştuğu...bunu bilen varsa lütfen yazsın....
Özetlemek gerekirse Fenerbahçe baskı altında olmasına rağmen kazandı ve liderliği ele geçirdi ...aa unutacaktım 45 yıllık rekorda egale edildi....

balon patladı mı(!) ?

Sezonun yedinci haftası ve Galatasaray bir hafta önce maç bitimine yakın attığı gollerle yaşamadığı puan kaybı tecrübesini Eskişehirspor karşısında yaşıyor. Futbol yönüyle gayet normal bir hadise olsa da Galatasaray seyircisi kendini bu sezon biraz peri masalında hissettiği için gizliden bir hayal kırıklığı yaşandığı da bir gerçek.

Farklı bir yerden girelim konuya. Spor üzerine profesyonel ya da amatör fikir beyan eden herkes, hepimiz aslında bir ucundan skor yazarıyız. Kınamıyorum, işin doğasının gereği bu böyle. Psikolojiniz sonuçtan etkileniyor, doğal olarak. Durduk yere nerden çıktı derseniz; maç çıkışı arabada “%100 Futbol” dinleyerek eve dönüyordum. Türkiye’nin açık ara en iyi futbol analisti Rıdvan Dilmen dedi ki (maddeler halinde);

- Nonda-Baros değişikliği yersizdi,
- Rijkaard’ın B planı yok,
- Hücum hattından 3 kişi çıkar, 3 kişi sok, burası Türkiye, bu iş bu kadar kolay değil…

Eyvallah, bu üç görüşe de sonsuz saygım var. Tartışabilirim ama yanlıştır diyemem. İşin can sıkan tarafı, pazartesi akşamı aynı programda Rıdvan Dilmen’in söyledikleri (O da madde madde):

- Keita ile Nonda’nın oyuna alınışları yerli yerindeydi,
- Rijkaard, ne değişiklik yaparsa yapsın M.Sarp-Topal ikilisini bozmuyor, takımın direncini düşürmemek için.

Memleketin 1 numarası bunu yaparsa, canı sıkılıyor insanın. B Planı uygulamamasını bir hafta önce öv, bir hafta sonra yer. Hücum hattı değişikliklerini bir hafta önce öv, bir hafta sonra yer. Ters köşe oldu sanki biraz. Tüm bunlardan sonra ekleyelim; memlekette TV’lerde futbol yorumlayan 5 tane daha Rıdvan Dilmen olsun, futbol kültürümüz kalkınır, o kadar da sever, sayarız kendisini. Bizimkisi sadece bir durum tespiti.

Uzatmadan maça dönelim. Soru cevap yapalım bu kez de:

Soru: Galatasaray döküldü mü?

Cevap: Hayır. Maç içinde etkili hücum ettiği dakikalar oldu. Misal, bir önceki sezonun Galatasaray’ının ortalamalarının yine çok üzerindeydi. Ancak tercih edilen hücum alternatifleri sonuç getirmedi. Enfes oynadı denemez ama döküldü demek insafsızlık olur.

Soru: Galatasaray balonu patladı mı?

Cevap: Bu sorunun cevabı, Abdulkadir Keita’nın ilk goldeki şovunda gizli. Hala Galatasaray bu ligin en tehlikeli takımı. Sınırsız hücum varyasyonu kullanabiliyor. Böyle düşünen yanılmak için çok beklemez.

Soru: Bundan sonra ne olacak?

Cevap: Değişen bir şey olmayacaktır. Dişli bazı rakipleri karşısında Galatasaray yine puan kaybedecektir. Ancak aslolan, futbol iştahını, kazanma hırsını kaybedeceğini düşünmüyorum.

Soru: Galatasaray 6’da 6’yı, hatta Avrupa Kupaları ile beraber sayısını unuttuğum başarılı seriyi tesadüfen yakalamış olabilir mi?

Cevap: Açıkçası bu soru da yine %100 Futbol’da, bu kez Güntekin Onay’ın yorumu üzerine yazımıza dahil oldu. Beşiktaş ve Panathinaikos maçlarını tesadüfi gollerle kazandı, Kasımpaşa’da az daha kaybediyordu diye başlayan cümlelerle ima etti Onay ancak bunu da pek insafsız buluyorum. Bu bakış açısıyla her maça bir kulp takabiliriz. Galatasaray sayılan üç maçta da gayet iyi oynamıştı. Aynı anda rakipleri de iyi oynamışlardı. Ama futbol bu, yürüyerek sahada bekleyen tesadüfen de kazanamıyor. Bir de bu sezon yakalanan hücum istatistikleri tesadüf olamayacağının ispatı diye düşünüyorum.

Peki Rijkaard’ın hataları neydi?

- Sarp-Topal ikilisinde ısrar ediliyor ve ben de ısrar ediyorum ki bu tercih yanlıştır. Ayhan varsa oynar, yoksa alternatifi Barış olur. Sarp-Topal ikilisi pas servisinde kalite düşürmektedir. Aralara sızma konusunda, sızdıkları pozisyonlarda ise skor yaratma konusunda sıkıntı çekmektedirler.

- Futbolcu boyutlarının üzerinde boya sahip bir kaleci, bir de stoper arasında havadan sonuç beklemek pek gerçekçi değildi. Her zaman yapılan yer organizasyonları ise verimsiz ve başarısızdı.

- Galatasaray Elano ve Arda’dan bir arada faydalanabilmelidir. Puan kaybedilen bu maçta Elano’nun 1 dk bile yer almaması, sorun olabileceği konusunda insanı şüphelendirmektedir. Umarız yanılıyoruzdur. Ancak ben de Elano’nun yerinde olsam, bugüne kadar aldığım süreleri yeterli bulmazdım.

- PAO deplasmanında, 1-0 da öndeyken çaresizlik anında Uğur’u sol bek oynatmaya, eyvallah. Maç başlarken tehlikeli kanat oyuncularına karşı Uğur ile başlamak, anlaşılabilir. Skor beklerken, kanat bindirmelerine ihtiyaç duyarken Uğur’da ısrar, anlamsız. Gol ararken sol kanadını verimli kullanamadı Galatasaray.

Son olarak; Eskişehirspor’dan bahsetmeden olmaz. Bu takım Türkiye’nin bir tarihidir, değeridir, şehri, seyircisi, potansiyeli ile. Yöneticilerine tebrikler, doğru teknik adamla istikrar konusunda sabırlı ve akılcı davrandıkları için. Rıza hocaya tebrikler, iki sezondur işini dosdoğru yaptığı ve her zaman takımını diri ve kuvvetli tutabildiği için.

Çalımbay’ın ilk 11 tercihi gayet iddialı idi. İyi futbolcularım var, onları da oynatırım demiş, bu yol ile Galatasaray savunmasının hücum yolunu kesmeyi de ikincil olarak düşünmüştü. Kısmen etkili oldu. Orta alanda, elinde Ragıp varken, Doğa ile başlamak tartışılabilir bir seçim. Ancak Bülent Ertuğrul’un yıllardır istikrarla sürdürdüğü kariyerini de satırlarımıza alalım, tebrik edelim.

Eskişehirspor iyi başladığı sezonu bu seviyelerde sürdürecek, çok da sürpriz (Lehte ve aleyhte) sonuçlara imza atacaktır. Bu ofansif güç, bazı maçlarda defansif zafiyet olarak geri döner, kaçınılmaz.

by Nurullah Bakır