Gecenin maçı milli takımların "clásico"su Arjantin ile Brezilya arasında. Brezilyalılar ev sahibine göre psikolojik olarak daha rahat. Bu durum Brezilya basınına da yansımış. Globoesporte iki ülke arasındaki 95 yıllık rekabeti 10'ar yıllık dilimlere ayırmış. Bilmiyorum psikolojik amaçla mı yapılmış bu ayrım ama 2000'den bu yana Brezilyalılar'ın en üstün olduğu dönem söz konusu. İstatistikler Brezilyalılar'ın bir adım önde olduğunu söylese de karşı takıma Messi gibi bir adam varsa son söz sahada söylenir...
5 Eylül 2009 Cumartesi
clásico'nun 95 yılı
Etiketler:
dünya kupası,
ecnebi,
futbol,
güney amerika,
istatistik
fluminense peder omar'a emanet
Fluminense geçtiğimiz yılki tablonun aynısı ile karşı karşıya. Ligin yarısından fazlası geride kalırken sadece 16 puanları var ve son sıradalar. İstatistikler maç başına 1 puandan az aldıklarını gösteriyor. Geçtiğimiz yıl takımın kümede kalmasını sağlayan René Simões ile başladıkları sezonda 22 maç geride kalırken 5 teknik direktör eskitti başkan Roberto Horcades. Taraftarların bütün protestolarına karşın görevi de bırakmıyor.
İşler her açıdan kötü gidince taraftar soluğu iyi bir Fluminenseli olan Peder Omar'ın yanında almış. O da taraftarların isteğini kırmamış Hazreti İsa heykelinin önünde bir ayin düzenlemiş Fluminense'nin Serie B'ye düşmemesi için.
Geçtiğimiz sezon benzeri bir mucize olur da son 16 hafta da aldığı puanlarla Rio de Janeiro ekibi ligde kalırsa bunda en büyük Peder Omar'ın olacak. En azından taraftarın gözünde...
Etiketler:
campeonato brasileiro,
ecnebi,
futbol
federer'in moneyball'u
Forbes iyi işlere imza atmayı sürdürüyor. En değerli NFL, NBA, MLB ve futbol takımları, atletizm dünyasının en çok kazanan atletleri derken tenis dünyasının en fazla kazananlarının listesini de yapmış Amerikan ekonomi dergisi.
Derginin başeditörü Kurt Badenhausen'in araştırması sonucunda tarihin en fazla Grand Slam kazanan ismi Roger Federer açık ara dünyanın en fazla kazanan tenisçisi. Yıllık 36 milyon dolar gelir elde eden İsviçreli'nin kazandığı bu paranın büyük bir bölümü Nike ile yaptığı 10 yıllık anlaşmadan geliyor.
Omuzundaki sakatlık nedeniyle 1 yıllık aranın ardından kendini yeni yeni toparlamaya başlayan Maria Sharapova WTA Tour sıralamasında ilk 10'da yer alamasa da tenis dünyasının en fazla kazanan ikinci ismi olmayı başardı. Rus raketin yıllık kazancı 22 milyon 500 bin dolar. 1 yıldır tenis oynamayan Sharapova bu kadar para kazanmasını güzelliğine ve yaptığı sağlam sponsorluk anlaşmalarına borçlu.
4 ayda dünya 1 numarasından 3 numaraya düşen Rafa Nadal da yıllık 20 milyon dolar kazanıyor. Federer ve Sharapova da olduğu gibi kazandığı paranın aslan payı Nike ile olan anlaşmasından geliyor İspanyol raketin.
Listenin ikinci üçlüsünü 2 dişi 1 erkekten oluşan Amerikalılar oluşturuyor. Williams kardeşler toplamda 32 milyon 500 bin dolar gelir elde ediyorlar. Diğerlerini bilemesek de Williamslar'ın kazandıkları bu parayı nereye harcadıklarını biliyoruz. NFL takımlarından Miami Dolphins ortakları arasında bulunuyor Williamslar. Gerçi bu devirde Dolphins'in sahipleri arasında yer almamak ayıp sayılıyor. Gloria ve Emilio Estefan çifti de Miami Dolphins'in diğer sahipleri.
Williams kardeşlerin arasına giren bir böcek de bulunuyor. Özellikle bu yılın ikinci yarısında energizer pil reklamından çıkmış gibi bir performans sergileyen Andy Roddick, 27'sında yıllık kazancını çift haneli rakamlara taşımayı başardı. 16 milyon dolarlık kazancı Amerikalı'yı ilk 5'e soktu.
İlk 10'e giren isimlerden en büyük sürprizi James Blake yaptı. 2006'da dünya sıralamasında ilk 4'e kadar yükselmeyi başarmıştı Amerikalı. Fakat önce boynunu kırdı daha sonra ise babası kanserden ölünce bir duraklama dönemine girdi. Hiç Grand Slam kazanamamasına karşın yıllık 7 milyon dolarlık kazancını Amerikalı olmasına ve atletik vücuduna bağlamak yanlış olmaz. Ben derginin yalancısıyım...
İlk 10'a dair özel bilgiler verdikten sonra biraz da genel bilgilere el atalım. İlk 10'un yoplam kazancı 165 milyon dolar. Bu paranın sadece 35 milyon doları kortta kazanılmış. 127 milyon dolar yapılan ticari anlaşmalardan kazanılan para.
Paranın en önemli kaynağı olan sponsorluklar bir önceki yıla göre 2009'da yüzde 1.3 oranında artmış ve 581 milyon dolara çıkmış. Bu paranın da yüzde 25'inden fazlası ilk 10'daki isimlere gidiyor.
Postun sonuna en fazla kazanan 10 ismin yıllık ve kariyer gelirlerini ekledik...
En fazla Kazanan 10 Tenisçi - Yıllık & Kariyer Kazançları (milyon dolar)-
1- Roger Federer - 36 & 50
2- Maria Sharapova - 22.5 & 12.6
3- Rafa Nadal - 20 & 25.2
4- Serena Williams - 18 & 26
5- Andy Roddick - 16 & 16.8
6- Venus Williams - 14.5 & 23.9
7- Andy Murray - 12 & 8.5
8- Novak Djokovic - 10.5 & 12.9
9- Ana Ivanovic - 8 & 7
10- james Blake - 7 & 6.6
4 Eylül 2009 Cuma
cristiano ronaldo & gossip girl
psl'ye kıta dışından gelenler
Güney Afrika Ligi PSL'in kıtanın diğer liglerinden en büyük farklılığı kurumsal yapısı. Bizim ligimizde bile hâlâ bir lig yönetimi ve CEO söz konusu değilken, PSL'de bu görevi bir Avrupalı üstlenmiş durumda. Zamanında Valeranga ve Norsk Toppfotball'da direktörlük görevini üstlenmiş Kjetil Siem, 2 yıldır ligin CEO'luğu görevini yürütüyor.
PSL'in kıta dışından gelen isimleri Norveçli Siem ile sınırlı değil. 2 hafta önce ligin bünyesine bir Letonyalı ve bir Japon futbolcunun katılması ister istemez kıta dışından kimler gelmiş bu lige dedirtiyor insana. Letonya Milli Takımı'nın 24 yaşındaki stoperi Deniss Ivanovs, Muhsin Ertuğral'ın takımı Ajax Cape Town ile 3 yıllığına anlaştı. Letonyalı'nın imza attığı hafta kariyerinin tamamı J-League dışında geçen Norikozu Murakami de çalışma iznini alarak Platinum Stars forması ile ligde mücadele etmeye başladı.
Zamanında Köln'ün defasında oldukça iyi işler yapan 33'lük Thomas Cichon da Maroka Swallows formasıyla Johannesburg'da ikamet ediyor. Ligin ilgi çeken yabancılarından ikisi Kolombiya'dan. Jose Torrealba Kaizer Chiefs, Luis Renteria da Platinum Stars'da Güney Afrika kariyerlerini sürdürüyorlar.
Ligin kıta dışından gelen en ünlü ismiyse Hristo Stoichkov. Bulgarların efsanevi ismi haziran ayından bu yana Mamelodi Sundowns'un başında.
Etiketler:
ecnebi,
futbol,
güney afrika
1 Eylül 2009 Salı
fenerbahçe: 2 - manisaspor: 1
Biraz geç oldu hatta Fenerbahçe'nin Sion maçını yazmak isterdim ancak kura çekimi için UEFA Kupasının ilk golünü atan Yaşar Mumcu ile Monaco'da olduğum için zaman bulamadım...
Fenerbahçe son iki maçta defansif anlamda sıkıntılar yaşıyor. Sion maçı sonrasında herkesin ağzında aynı laf vardı. Bu takımdan 2 gol yenmez. Ancak şunu göz önünde bulundurmak lazım, Fenerbahçe her maçta iyi oynayacak, ve yaptığı baskı sonucunda gollü galibiyetler alacak diye bir kaide yok maalesef...
Geçen sezonu yatarak geçiren bir takım için Sarı Lacivertlilerin sezon başından beri sergilediği performans gelecek için umut verici. Şimdi bu satırları okuyup bana sövenler olacaktır ancak hemen belirtmek gerekir, büyük takım kötü zamanlarda puan kaybetmeyen takımdır. Fenerbahçe kadro yapısı olarak Turkcell Süper Lig'in üstünde ancak teknik kapasite maalesef bazen yeterli olmuyor.
Yazın başında Daum Fenerbahçe'ye gelince en çok sevindiğim nokta Roland Koch'un geri dönüşü olmuştu. Daum döneminde son dakika golleriyle maçlar kazanan Fenerbahçe aynı zamanda üstün fizik gücüyle de dikkat çekiyordu.
Manisaspor karşısında yorgun bir Fenerbahçe bekliyordum ve beklediğim oldu. Son 1 ayda 9 maç oynayan ve her maçta baskı açısından üstün bir grafik çizen Fenerbahçe'nin bayat bir görünüm çizeceği belliydi. Manisaspor etkili bir takım. Tamam belki teknik açıdan Fenerbahçe ile kıyaslanamaz ancak çok koşan ve sert oynayan bir ekip.
Fenerbahçe karşısında bu kimliklerini korumayı başardılar. Sarı Lacivertli ekibin orta saha direncine karşı koydular. Ancak şunu altını çizerek söylemek lazım, yapılan sertliklere göz yumulmaya devam edildikçe bu ligde çok olay çıkar. İki takımın oyuncuları maç boyunca birbirlerine kontrolsüz bir şekilde dalmayı adet haline getirdiler. Allahtan ağır bir sakatlık yaşanmadı.
Fenerbahçe'de Emre kırmızı kart gördü. Tekrar etmeye gerek yok. Bir oyuncunun hakemin önünde bu tür hareketleri yapmaması gerek. Maçlarda her zaman oyuncular birbirlerine küfür ederler ancak bunu hakemin önünde yapmamak lazım. Ama Emre'ye son birkaç haftadır yapılan faullere de bir dur demek gerekir. Bir dönem Hagi ve Alex için "Yıldız oyuncular, hakemlerin koruması gerekir" denilirdi, şimdi Milli takımın en önemli oyuncusu olan Emre için aynı şey geçerli.
Maça gelecek olursak. Bence Manisaspor galibiyeti kaçırdı. Beceriksizlik ve şanssızlık Kırmızı beyazlı takımın puan almasını engelledi. Fenerbahçe ise şampiyonluk yolunda değerli bir galibiyet aldı. Unutmamak gerek, şampiyon olmak istiyorsan sahanda puan kaybetmeyeceksin!!
Not: Cristian ve Andre Santos ayakta uyudular, Carlos sahada yoktu, Bekir ve Önder disiplinsizdi ancak buna rağmen 3 puan Fenerbahçe'nin hanesine yazıldı...
Etiketler:
fenerbahçe,
futbol,
yerel
gecikmenin nedenleri
Bugüne kadar oynadığı ciddi maçlar içinde Galatasaray’ın ritmini en zor bulduğu maçtı. Galibiyeti uzun uzadıya anlatmak yersiz. Galatasaray iyi hücum eden bir takım. Elano, Baros ve Keita ile yapamıyorsa, Kewell, Nonda ve Aydın ile yapıyor. Mesele Galatasaray’ın bu ritmi yakalamakta neden 70 dakika beklediğidir Ankaraspor maçının ardından.
Biz de bunu madde madde değerlendirelim:
- Rakibin durumu: Olaya konsantre olabilmek için hiçbir geçerli sebebi kalmayan Ankaraspor topçusunun ruh hali, ister istemez maça da yansıdı. Ankaraspor ve geleceği konusuna yazı sonunda değineceğiz ama asla kınamadığım şekilde, maçtan kopuktu Ankarasporlular. Bu da maçın gazını kaçırdı, ister istemez.
- Ayhansızlık: Sami Yen Kapalı’sında her futbolcunun olduğu gibi, Ayhan’ın da uslanmaz muhalifleri var. Tek tük de olsa asla mana veremediğim homurtu sahipleri başta, herkese sesleniyorum. Bu adam, Galatasaray orta sahasının ve bir adım ötesinde Rijkaard’ın sisteminin çimentosu. Oyunun da kalbi. Yerine Mehmet Topal ile başladı teknik ekip. Mehmet, Ayhan kadar etkin top kullanan bir adam değil. Dolayısıyla hücum organizyonları önceki maçlar kadar etkili değildi. Burada sorulması gereken, neden Barış’ın oynatılmadığı olabilir. Forma dağıtımında adaletinden şimdiye kadar şüphe duymadığım Rijkaard onu kulübede tuttuysa, Barış’ın da ekstra yapması gereken hususlar var demektir. Yine Ayhan yerine düşünülebilecek bir diğer adam, 45 dakikalığına da olsa Kewell olabilir. Özetle, Topal ya da M.Sarp’ın göbekteki partneri, Ayhan’ın yokluğunda top yapabilen, takımı öne çıkarabilen biri olmalı.
- Beklerin hücum etkisizliği: Deplasman psikolojisi mi, taktiksel seçim mi bilinmez; Galatasaray’ın hücum planında önemli rolleri olan bekler; Sabri ve Hakan Balta, ilk 45 dakika rakip yarı alanı hiç zorlamadılar. Ne diyoruz, son 20 dakika ritmini yakaladı Galatasaray. Bakınız, her hücumda bekler de aktif rol alıyorlar. Galatasaray’ın hücum bölgesinde nüfusunu ve doğru orantılı olarak etkinliğini artırması, kesinlikle beklerinin hücuma desteğinden geçiyor.
- Milan Baros’un akıllara ziyan savrukluğu: Oyundan çıktığı ana kadar, neredeyse ayağına aldığı tüm topları ezdi Baros. Toplu driplinglerinde ayağına doladı topu, al-verlerde kaybetti, koşularının sonunda aldığı toplarla beraber sefilleri oynadı. Ve aksi gibi yerine giren Nonda da tam aksine, gayet ne yaptığını bilir modda idi. Güncel halleriyle bakacak olursak, Nonda 11’e yaklaşıyor gibi. Belki bu geçiş dönemi, Baros’un da Hollandalıların sistemleriyle olan hukukunu gözden geçirme fırsatı olur. Bu verimsizliğiyle Baros’ta ısrar etmek yıpratıcı olabilir.
- Elano&Arda: Olumsuz maddeler arasında yer alsa da, bu bir eleştiri ya da olumsuzluk değil, yalnızca bir durum tespiti. Elano ve Arda’nın beraber oynamaya, birbirlerini tanımaya ihtiyaçları var. Hatta Keita’yı da katalım bu ekibe, 3’lü olarak aşinalıkları arttıkça randımanın da artacağını düşünüyorum.
Ötesinde Aydın, Nonda, Mustafa Sarp gibi oyunculardaki gelişim, izlenmeye ve takdir edilmeye değer. Galatasaray kulübesini bir kez daha kutluyorum.
Gelelim Ankaraspor meselesine. Kimse kızmasın, Kayseri-Erciyes, Gençler-Hacettepe hadiselerinden sonra, kim ne yapsa yeridir. Bu saydığım operasyonlar karşısında birileri dik dursalardı, Gökçek ailesi ve Ankara Büyükşehir Belediyesi çekilmeden Ankarasporlular Ankaragücü’nü ele geçiremezler, hatta buna yanaşamazlardı bile. Efendim takımın yarısı yarın Ankaragücü’ne gidiyormuş, hayırlı olsun. Boşa kafa yormayın, çene tüketmeyin; ne ceza, ne uyarı, mis gibi biter bu operasyon.
Yapılması gereken şudur; Nasıl ki Vestel çekildi, Manisaspor taş gibi ayakta, Ankara Belediyesi de Ankaraspor’dan elini ayağını çekecek. Ama futbolcularını beleşe Ankaragücü’ne gönderip, kadroyu hortumladıktan sonra değil. TFF, umarım bonservis geçişlerinde futbolcuların gerçek kıymetlerinin kendi takımlarına ödenebilmesi konusunda eski takımlarının hakkını koruyabilir. Ankaraspor, oyuncu satışından olması gereken geliri sağlar ise, doğru da kişilerin yönetiminde kalır ise, sportif mücadelesini üst düzeyde sürdürecektir.
Son olarak da; ömrünün önemli bölümü Ankara’da geçmiş biri olarak Ankaragücü’nün başında Ahmet Gökçek’i görmekten ise büyük üzüntü duyuyorum, belirtmeden edemedim. Türk futboluna hayırlı uğurlu olsun.
by Nurullah Bakır
Etiketler:
galatasaray,
yerel
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)