7 Ekim 2009 Çarşamba

capello, ada'nın en zengini...


FourFourTwo'nun İnternet sitesi sağlam bir çalışma yapmış ve İngiltere'nin en zengin futbol adamları, futbolcuları ve teknik adamları listelerini yayınlamış bugün.
İşin kolayına kaçarak en zengin teknik adamların listesini bloga asalım dedik. Kimilerine göre Alf Ramsey ile birlikte tarihin en iyi İngiltere Milli Takımı teknik direktörü olarak kabul edilen Fabio Capello 30 milyon sterlinlik servetiyle Ada'nın en zengin teknik adamı. İtalyan'ı teknik direktörlük kariyer pek başarılı olmasa da cebi dolu Roy Keane izliyor. İrlandalı'nın sahip olduğu meblağnın miktarı 27 milyon sterlin. Ada tarihinin en başarılı teknik adamı Alex Ferguson ise 22 milyon sterlin ile üçüncü sırada. Geçtiğimiz yıl listede olmayan iki yeni isimden biri tahmin edebileceğiniz gibi Carlo Ancelotti. İtalyan teknik adamın hemen arkasından gelen Sven-Göran Eriksson ise geçtiğimiz yıl bu zamanlarda Cancun'da tatil yapıyordu. Listenin tamamı postun sonunda yer alıyor...

1- Fabio Capello - 30 milyon £
2- Roy Keane - 27 milyon £
3- Alex Ferguson - 22 milyon £
4- Carlo Ancoletti - 17 milyon £
5- Sven-Göran Eriksson - 15 milyon £
6- Arsene Wenger - 15 milyon £
7- Harry Redknapp - 10 milyon £
8- Rafael Benitez - 9 milyon £
9- Martin O'Neill - 9 milyon £
10- Mark Hughes - 8 milyon £

rüştü reçber ve ilker yasin

Geçen Çarşamba akşamı CSK Moskova - BJK maçı oynanıyor, Rüştü futbol adına çok şık kendi adına çok talihsiz bir gol yemiş ve maç 1-0 Moskova'nın lehine devam etmekte. Beşiktaş direnmeye ve gol bulmaya çalışıyor ancak rakip kaleye doğru dürüst yaklaşamıyor dahi... Bir tek Nihat'ın ıskaladığı top var ikinci yarının başında. O sırada CSKA'lı orta saha oyuncusu Krasiç adeta Maradona'nın yıllar önce Dünya Kupası'nda İngiltere'ye attığı golü hatırlatacak kadar uzun bir mesafeyi driplingle katedip Beşiktaş defansını ipe dizerek ceza sahasına girer girmez vuruyor ve skor 2-0 oluyor. Top, ağlarla buluşmadan önce Rüştü'nün yattığı köşeden ve kollarının altından geçiyor.

Maçı TV'de anlatan İlker Yasin Beyefendi aynen şöyle yumurtluyor: "Rüştü Reçber Türk futboluna uzun yıllar hizmet etti ama artık bir alternatifinin olması lazım !" Vay vay vay!! Bu zeka fışkıran yorumu Yasin Bey yapıyor ama ne hikmetse yılların kurdu Mustafa Denizli de, Fatih Terim de bir türlü göremiyor bu gerçeği. Oysa o top Rüştü'ye gelip gol olana kadar orta saha bloğu ve defanstakiler ne yapıyordu diye soran yok.

O akşam, CSKA - BJK maçını izlerken yukarıda anlattıklarımı kafama çok fazla takmamıştım. İlker Yasin'in yine kendine has bilgece yorumlarından biri deyip geçmiştim. Beşiktaş'ın yenilgisine ve kısırlıktan kurtulamayan oyununa dair üzüntüm kafamı meşgul etmeye fazlasıyla yetiyordu.

Ancak o maçtan birkaç gün sonra İnönü'de oynanan ve futbol adına utanç gecesi sayabileceğim Beşiktaş-Denizli maçında top her Rüştü'ye geldiğinde bütün tribünün "yuh" çektiğini duydukça ben de ilker Yasin'i anmadan edemedim. Bu tecrübeli spiker dört gün önce düpedüz hedef göstermişti zaten kızmaya ve kurban aramaya dünden meyilli gençlere.

Acaba kendisi o maçta Rüştü'ye çekilen her "yuh"ta ne düşündü? "Artık Beşiktaş tribünleri de benimle aynı fikirde" diyerek böbürlendi mi? Merak ettim doğrusu.

Futbolun nankör olduğu zaten bilinmekte; bazen unuttuğum şey, bizim ülkemizde bu nankörlüğün ne kadar da hazin bir boyutta olduğu. Çünkü sadece futbol değil futbolsever de, medya da, hatta taraftar da nankör bizde. Demek ki spikerler de...

Acaba İlker Yasin Türk futbolu için Rüştü'nün bindebiri kadar emek harcamış, yüreğini onun onda biri kadar ortaya koymuş mudur? Ne bileyim, mesela İlker Yasin hizmet ettiği bir şirket veya kuruluşun diğer mensupları tarafından tam da kritik bir görevin başındayken yuhlanmış mıdır hiç? Sanmam. Hatta "burası benim yuvam" diyebileceği bir tesiste yine aynı camianın sevenleri(!) tarafindan arabadan tekme tokat indirilerek dövülmeye çalışılmış mıdır acaba? Pek sanmam.

Peki, şunu hiç düşünmüş müdür?

"İlker Yasin olarak Türk futbol spikerliğine yıllarca hizmet ettim ama artık benim de bir alternatifimin olması lazım, ben de mikrofonu onlara bırakmalıyım !"

Hele bunu düşündüğünü hiç sanmam !

by taytay

6 Ekim 2009 Salı

bu nasıl mantık ?

Daha iki hafta önce herkes Fenerbahçe'yi yerden yere vurup, Galatasaray'ı yere göğe sığdıramıyordu...
Daha birkaç ay önce Fenerbahçe kaptanı Alex miyadını doldurmuş, isteksiz ve hatta bazılarınca gereksiz bir futbolcu olarak gösteriliyordu...
Peki Gençlerbirliği maçından sonra ne oldu?
Herkes sustu..medyada maalesef ilginç bir Fenerbahçe düşmanlığı var... İyi gün dostu yazarlar Fenerbahçe'yi olağanüstü şeyler yapınca başarılı olarak gösterip, sadece başarılı olduğunda ise yerden yere vurmaya özen gösteriyorlar...
Biz ne dedik? Galatasaray'ın bu oyun sistemi böyle gitmez dedik, Rijkaard başarılı bir isim ancak Türk futbolu Hollanda veya İspanya'ya benzemek dedik, Daum defansı düşünüyor çünkü başarılı bir takımın temeli başarılı bir defanstır dedik, Baroni sade bir oyuncudan ziyade takımın yükünü sırtlayan bir isimdir dedik...
Dedik ama kendimizi dinletemedik...
Şimdi Alex maestro, Daum ise dahi olarak gösteriliyor... Sezon uzun... Fenerbahçe elbet puan kaybedecek... Ancak medyamızın ve Fenerbahçe taraftarlarının iki maçta vezir, iki maçta rezil etme sisteminden vazgeçmesi lazım...
Rakamlar doğruları söyler... Ama bazı gazeteciler daha fazla satmak uğruna yalan haber yapmaya devam ederler... Benim anlamadığım her hafta zıt yazılar yazmak ve zıt tespitler yapmak nasıl bir yetenektir...
Ben herkesi daha MANTIKLI düşünmeye davet ediyorum
Not: Maçı değerlendirmeye gerek bile yok...

lambaeau field'e geri dönüş


Kabul edelim biz de böyle bir geri dönüş beklemiyorduk. Brett Favrelı Minnesota sezona sağlam başladı ve aradan geçen 1 ayın sonunda yenilmezlik serilerini 40’lık QuarterBack’in 15 yıl formasını giydiği Green Bay Packers deplasmanında da sürdürdü.
Green Bay Packers karşılaşmasını özel olarak bir kenara koymak gerekiyor. Gren Bay Packers taraftarı stadyuma gelirken bu maçın anlamını bildiğini Brett Favre için yaptıkları özel hazırlıkları ile gösterdiler.
Favre’ın üst düzey bir QuarterBack olduğundan bahsediyorsak bunu Green Bay’de gösterdiği performansa borçlu. En basitinden 2003’te babasının ölümünden 1 gün sonra Oakland’da sahaya çıktığında 4 touch down pası 399 yard ile maçı tamamlıyordu.
Her ne kadar sakatlıklar sonrasında kafalarda soru işaretleri olsa da; Favre ikinci “geri dönüşünde” de 40 yaşına rağmen oyunun kaderiyle oynayabilecek bir adam olduğunu Lambeau Field’da maç boyunca yaptırdığı 3 touch down pası ve 271 yard ile bir kere daha ispatladı.
Normal sezon ve eğer kalınırsa playofflarda da ilk 1 aylık performansın devamı Minnesota Vikings’i sezonun sürprizlerinden biri yapabilir, bizim de ağzımızı açık bırakabilir.

5 Ekim 2009 Pazartesi

coca cola'dan buraya kadar...


Sponsor dediğimiz ve mâli gücüyle sporun içerisindeki her türlü aktörü destekleyen şirketlerin olmazsa olmaz bir hal alması günümüz spor "endüstrisi"nin gerçeklerinden biri.
Bugün her kulübün ya da kuruluşun en önemli destekçisi bir şirket. Aynı durum ligler içerisinde geçerli. Ekonomik konjonktörün güzel gittiği dönemlerde paralar akarken, ekonomik daralma dönemlerinde her sektörde olduğu gibi sponsorlardan gelen paralarda da bir azalma oluyor. Şirketler sponsor olacakları alanları daha ince eleyip sık dokuyorlar.
Spor dünyasına olan desteğini azaltan şirketlerin arasına Coca Cola da katıldı. Şirket 2004 yılında Nationwide'ın bırakmasının ardından "English Football League"e sponsor olmuştu. 2004'te imzalanan 3 yıllık sözleşmenin sonuçlarından memnun kalınmış ve 18 milyon £ karşılığında söz konusu anlaşma 3 yıl daha uzatılmıştı.
Atlanta merkezli şirket The FA ile yapılan 6 yıllık sözleşmenin 2009-2010 sezonunda bitmesinin ardından yenilenmeyeceğini açıkladı. Coca Cola ligden olan desteğini çekse de Wayne Rooney, Wembley Stadyumu, Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonasına olan sponsorlukları devam ediyor.
Lig yönetimi de Coca Cola'nın kararının ardından iki şirketle sponsorluk için görüştüğünü açıkladı. Amerikalı şirketin verdiği parayı bulamasa da lig yönetiminin ligin isim haklarını eninde sonunda birilerine satacağı kesin gibi.