Diyarbakırspor deplasmanında, kısıtlı fiziki koşullar altında, motive ve demotive olmayı aynı anda yaşayan kafası karışmış, ekonomisi alabildiğine bozulmuş, antrenörü sürekli kulübe yerine tribünde olan bir rakibe karşı şiir gibi futbol bekleyeniniz var idiyse, baştan yanılıyordu. Tüm bu koşullar altında aslolan Galatasaray’ın kazanabilmiş olmasıdır. Tek başına bu hadise bir başarıdır.
Türk futbolunda çok ciddi yapısal arızalar var. Oy ya da menfaat uğruna, UEFA kriterleri diye de adlandırılan, sporcu, izleyici ve federasyonlar için koşulları düzenleyen kurallar bu ülkede gözardı ediliyor. Borçlu takımlar, ilave borçlanarak üst liglere yürüyorlar; oradaki mevcudiyetlerini daha da fazla borçlanarak sürdürmeye çalışıyorlar. Elinde olan topçunun maaşının yarısını bile ödeyememişken, gelirleri temlik ve haciz altındayken, yeni futbolcu transfer edebiliyor, aynı senaryoyu rol alan sayısı artarak sarmal halinde baştan oynuyorlar. Sonuç; biten kulüpler, mağdur sporcular, kaçan futbol keyfi. Kocaelispor’un mevcut hali bunun bir örneği. Diyarbakırspor ise daha farklı formatı.
Bozulan psikolojiler sahaya da, tribüne de, yönetime de, kulübeye de; her yere yansıyor. Bir keyif ve eğlence oyunu olan futbol, stres ve sinir aracı olarak ortaya çıkıyor.
Halbuki bir Pazar akşamı için bundan daha güzel bir eğlence olabilir mi; Diyarbakır vilayetinde. Ben 4 sene Kayseri’de üniversite okurken en büyük eğlencemiz o devir Basketbol 1.Ligi’nde oynayan Meysuspor ve asansör takım hüviyetindeki Kayserispor’du. Kewell, Arda, Elano gibi futbolcular geliyor şehrinize, keyiftir bu. Yaşatılsa keşke. Ancak işin özü sakat ülkemizde; maalesef.
Büyüğünden küçüğüne, futbol içinde yer alan tüm organizasyonların, bağımsız birileri tarafından, ciddiyetle, kararlılıkla incelenmesi ve sonuçlarının korkusuzca ortaya konması gerek. Üzerine kum ata ata, çok uzun sürmez, bu ülkede ligler oynanmaz hale gelecektir.
Derin mevzuulara daldık, maçı hatırlayalım biraz da. Zor iki deplasmanından kazasız döndü Galatasaray. Diyarbakır önünde, bir de mağlup duruma düştükten sonra, maçı zihinlerde kaybetmemiş olmak, kazanma arzusunu devam ettirmek; son derece önemliydi. Galatasaray’ın Eskişehir, Graz, Ankaragücü ve Fenerbahçe maçlarında yaşadığı “gol ye ve oyundan kop” travmasının tekrarlanmamasından bahsediyorum.
Rakibin fiziki yetersizliği, bir Ziya Doğan takımına yakışmayacak kadar kötü fizik kaliteye sahip oluşu, Galatasaray’ın da maça tutunmuş olması; skoru getiren unsurlardı. Diyarbakırspor’un iyi oyuncuları olduğu bir gerçek ancak biraz bahsetmeye çalıştığımız koşullar, anlaşıldığı kadarı ile takım olmalarına engel teşkil ediyor. Biraz da takım kimyasında arızalar var, ekleyelim; bu kadar çok orta seviye eski şöhret bir takım için fazla. Çimento görevi görmesi gereken Abdullah, Barış gibi oyuncuların adedinin artması lazım.
Rijkaard 4-3-3’te ısrar ediyor. Elano, mevcut hali ile ilk 11’i zorlayamadığı için Diyarbakır önünde şaşılacak bir durum olmadı. Ancak, Keita sürekli yedek kalacak oyuncu değil. Keita dönünce Kewell, Arda ikilisinden hangisi kenara gelir, oynamayan oyuncu(lar)ın takım bütünlüğüne olumsuz etkisi olur mu, bu soruların tekrar altını çizelim. Mevcut koşullar altında 4-3-3 ideal diziliştir ve Rijkaard doğruyu yapıyor. Ancak önümüzdeki günler bazı değişiklikleri mecbur kılabilir. Bekleyip göreceğiz. İki adamın dikkat çeken performansı aynen devam ediyor; Sabri ve Kewell. Sabri ilk goldeki vuruşu, Kewell’ın da ikinci goldeki yaratıcılığı çok iyiydi.
Güzel de, bu alakasız 15 günlük ara neyin nesidir? Milli takım hadisesi sizce de biraz fazla zaman almıyor mu? Basketboldaki uygulama futbolda da kullanılamaz mı? Milli maç yok, heyecan yok, kasımın göbeğinde bu ara gereksiz değil mi?
by Nurullah Bakır