Blogu her ne kadar bilgi çizelgesi (infografik) içeriğine dönüştürdüysek de sağolsun @plazagurusu geride kalan "felaket" sezonla ilgili bir değerlendirme yazmış, güzel yazıyı koymamazlık olmazdı...
___________ __________
"Uzun lig maratonu" sözünü bile rafa kaldıracak upuzun bir lig nihayet bitti. Hatta sonlara doğru sakız gibi, çiğnedikçe uzayan bir hâl almıştı. Derbileri derbi yapan biraz da nadirlikleridir, senede en fazla iki kez oynanmalarıdır. Ama bu sene öyle mi oldu? 3 günde bir hep aynı takımlarla derbi, işi biraz da sezon önceleri eskiden daha önem verilerek oynanan spor yazarları dernekleri adına düzenlenen turnuvalara çevirmedi mi sizce de?
Bu sezonu özel (ve çirkin kılan) sürece değinmek istemiyorum (zaten yeterince değinildi ama değinmeden bu sezonu yazmak mümkün mü?) Yaklaşık 10 ay önce insanı şoka uğratacak "yok artık" dedirtecek iddia ve dedikodularla başlayan süreç de aynen ligin bu seneki hâli gibi sakız gibi uzadı. Sıradan bir vatandaş gibi ve objektif olarak şunu diliyorum: Suçlanan kişiler suçluysa kamuoyunu ikna edecek derecede detaylar açıklanarak cezaları bir an önce kesilsin yok eğer iddialar sonlara doğru herkesi şüpheye düşürdüğü gibi fossa o zaman da bu kişiler derhal aklansın, konu kapansın.
Geçelim 2011-2012 sezonundan şike davası dışında aklımda kalacak olanlara:
Galatasaray'ın yepyeni bir takımla sadece birkaç maç sonrasında, göze hoş gelen, çağdaş futbol oynayabilen bir takım hâline dönüşmesi ve Fatih Terim'in bu kez bunu sağlarken çok havaya girmemeye, olgun bir eda takınmaya özen göstermesi.
"Olgun davranması" değil de "olgun eda takınması" demem ise henüz kendisine bu konuda güvenemememden kaynaklanıyor. İşler iyi gidiyorken olgun ve yapıcı konuşmak kolaydır, kötü giderken görmek gerek. Nitekim 'play off' maçlarında liderlik tehlikeye girince (Trabzon beraberliği sonrası) soyunma odasına girerken eski o hırçın ve kolay sevimsizleşen tavrı su yüzüne çıktı, cezayı yedi.Son maçta bu yüzden takımını sahipsiz bırakacaktı ki, imdadına federasyonun kurallar ve uygulamaları konusundaki 'yap-boz'culuğu yetişti.
Terim'in bu seneki olgun ve olumlu tavrı beni ne kadar şaşırttıysa, A.Kocaman'ın takımı ve camiayı bir arada tutmak adına verdiği -kusura bakmasın ama- teknik direktörlük boyunu aşan demeçler ve sonlara doğru bunu istisnasız her maç sonrası yapacak kadar küçük Aziz Yıldırım rolüne soyunması da şaşırttı. Öyle ki, 'play off' serisinin ilk GS maçında deplasmanda hemen hemen hiç oynamadan ve Galatasaray'ın farkı kaçırdığı maçta 2-1'lik skorla 3 puanı cebine indirmişken dahi, bunun sevinciyle yetinmek ve sonraki maçlara konsantre olmak yerine hakem hakkında ithamda bulunmayı görev edindi. Trabzon maçı öncesinde de bunu sürdürdü. Kendi camiasını ayakta tutmaya çalışmasının bir yolu da illa ki bu -yine kusura bakmasın ama- sinsi provokasyonlar mı olmalıydı?
Koca sezondan hatırladığım başka neler var? Mesela BJK-GS 'play off' maçında sahaya inen ve Eboue'ye saldırmasına ramak kala engellenen fanatik taraftarın yakalandıktan sonra karakolda "arkamdan ittiler, reklam panolarına çarpmamak için sahaya girdim" demesinin serbest bırakılmasına yetmesi de bence unutulacak bir şey değil çünkü göreceksiniz Beşiktaş karakolundaki (basına böyle yansıyan) bu tolerans o kişinin bir başka maçta yine reklam panolarına çarpmamak(!) için sahaya girmesinin yolunu açmış oldu. Nitekim 10 yıl önce BJK-Gaziantepspor maçında da benzer fiilde bulunmuş aynı şahıs.
'Eboue' demişken onun da futbola konsantre olmak yerine seyirciyle oynayan sahte ve çocukça tavırları tecrübeli bir sağ bek olarak ilk seneden sahaya yansıttığı artılarını gölgede bırakacak türdendi. Hatta birkaç yıl öncesinin Keita'sını hatırlattı bana zaman zaman. Elmander gibi sadece topa enerji harcamak ve iyi niyetten ödün vermeden oynamak çok mu zordur bir futbolcu için?
Mesela Melo... Attığı bir gol sonrasında GS seyircisine kalbinden avuç avuç sevgi yollar gibi bir sevinç gösterisinde bulunmuştu. Bu şovun bir pitbull gibi, hele işeyen bir pitbul gibi seyirciyi coşturmak adına yaptığı şovdan çok daha sevimli olduğunu göremiyor mu daha sonra ekranda kendisini izlediğinde..?
Fenerbahçe'nin (yüzünü dahi ekranda görmeye dayanamadığım) Emre'nin hırçınlıklarına değinmeye gerek yok; Fenerbahçeliler dahil herkese gına gelmiş durumda ama bu sezon onun bu hırçınlıklarını tek hareketle gölgede bırakmayı da Zokora becerdi. O hareket kadar ona kırmızıyı gösteremeyen Kamil Abitoğlu da bence sezonun unutulası unutulmazları arasında...
Başka neler kalacak aklımda?
Fenerbahçeliliğiyle bilinen M.A.Aydınlar'ın kısa süreli başkanlık döneminde en çok Fenerlilerle kavgaya tutuşması onun adına herkese nasip olmayacak(!) türden futbolun cilvesiydi sanki.
Beşiktaş kulübü başkanlığı, ne Beşiktaşlıların ne de başka takım taraftarlarının içine pek sinmemiş olan Y.Demirören'in bununla yetinmeyip daha da üst mertebeye çıkarak ülke futboluna başkanlık etmesi ise neyin cilvesidir, onu uğraşsam da izah edemem herhalde.
Dün oynanan Süper Final'e kadarki 'play off' sürecinde maçların hemen ardından ekrana gelen Ş.Büyüka'nın yarış kızıştıkça ağzının kulaklarına varması, bazı maçlar sonunda ise somurtması 'play off' sürecinin perde arkasının başlı başına bir göstergesi gibiydi.
Trabzonspor'la Beşiktaş'tan biraz daha söz edip yazıyı dünkü finalle tamamlamak niyetindeyim:
Trabsonspor'la ilgili bu sezon ne hatırlıyorsunuz diye sorsalar, sezon başında deplasmanda oynadıkları İnter maçı ve sadece Burak Yılmaz derdim. Burak 'skorer'lik anlamında mükemmel bir performans gösterdi bu sezon ama bana neden hâlâ her türlü özelliği olan dört-dörtlük bir santrfor gibi gel(e)miyor, bilmiyorum. Sürekli diri kalmasının ve ayağına oturduğunda topa sert ve düzgün vurabilmesinin dışında bir özellik göremediğim için onca golü karşısında çelişki yaşıyor kendisine haksızlık ediyor hissine kapılıyorum. İyi bir deplasman golcüsünden öte değilmiş gibi geliyor bana hâlâ.
Beşiktaş'a gelince hangi maçını hatırlasam Quaresma'ya sinirlendiğim pozisyonlar geliyor hep gözümün önüne. İnsan arkadaşlarıyla halı sahada oynarken bile bu kadarına katlanamaz hır çıkar gibi geliyor; kaleyi görmeden, arkadaşları pozisyona girmiş mi (ki, hemen her pozisyonda iki-üç arkadaşı ondan pas bekliyor oluyor) ona dahi bakmaya tenezzül etmeden şutlar çekmesi bir izleyici olarak beni rahatsız ederken kim bilir takım arkadaşları ve hocasına neler hissettiriyordur? Ona Q7 demek bazen Audi'nin marka imajına haksızlık etmek gibi geliyor.
Lüks tekneler için sıkça söylenen söz, onunla Beşiktaş seyircisi arasındaki ilişkiye de cuk oturacak gibime geliyor ama kim bilir ne zaman?
Öyle tekneler vardır ki, bir alınca sevindirir bir de satınca...
Evet dünkü maça gelelim:
Galatasaray'ın sezon boyunca daha olumlu daha doyurucu futbol oynadığını düşünürseniz hak edenin kazandığı bir şampiyonluk oldu diyebiliriz. Dünkü maça gelene kadar sadece FB ile oynadığı iki lig ve bir 'play off ' maçlarına dahi baksanız her ne kadar bir beraberlik ve birer galibiyetle eşit puan almış da olsalar, o üç maçta Fenerbahçe sadece Saraçoğlu'ndaki ilk 25 dakika top oynamış geri kalan 245 dakika üstün olan taraf Galatasaray olmuştu. Sırf o yüzden bile yazık olurdu normal sezonunu 9 puan önde bitirdiği sezonda son anda şampiyonluktan olması. Fenerbahçe seyircisi bu şartlar altında son raddeye kadar şampiyonluk kovalayan takımlarıyla gurur duymalı. Bu sezonu bir Türkiye kupasıyla kapatırlarsa teselliden öte bir mutluluk duymalılar. İki takıma da bu anlamda tebrikler...
Bu sabah düşündüm: Keşke kavga-dövüş-dedikodu-itham ve stresle geçen koca bir sezonu dünkü maçın sonundaki tek bir enstantane ile hatırlayabilse herkes. Bitiş düdüğü ile birlikte Gökhan Zan ile Volkan Demirel sarmaş dolaş olmuşlardı...
Fenerbahçe yöneticileri madem stat görevlilerine şalter indirtecekti bari, tam Volkan'la Gökhan sarılmışken sönseydi ışıklar, orada bitiverseydi bu stres dolu kirli şov.
"Uzun lig maratonu" sözünü bile rafa kaldıracak upuzun bir lig nihayet bitti. Hatta sonlara doğru sakız gibi, çiğnedikçe uzayan bir hâl almıştı. Derbileri derbi yapan biraz da nadirlikleridir, senede en fazla iki kez oynanmalarıdır. Ama bu sene öyle mi oldu? 3 günde bir hep aynı takımlarla derbi, işi biraz da sezon önceleri eskiden daha önem verilerek oynanan spor yazarları dernekleri adına düzenlenen turnuvalara çevirmedi mi sizce de?
Bu sezonu özel (ve çirkin kılan) sürece değinmek istemiyorum (zaten yeterince değinildi ama değinmeden bu sezonu yazmak mümkün mü?) Yaklaşık 10 ay önce insanı şoka uğratacak "yok artık" dedirtecek iddia ve dedikodularla başlayan süreç de aynen ligin bu seneki hâli gibi sakız gibi uzadı. Sıradan bir vatandaş gibi ve objektif olarak şunu diliyorum: Suçlanan kişiler suçluysa kamuoyunu ikna edecek derecede detaylar açıklanarak cezaları bir an önce kesilsin yok eğer iddialar sonlara doğru herkesi şüpheye düşürdüğü gibi fossa o zaman da bu kişiler derhal aklansın, konu kapansın.
Geçelim 2011-2012 sezonundan şike davası dışında aklımda kalacak olanlara:
Galatasaray'ın yepyeni bir takımla sadece birkaç maç sonrasında, göze hoş gelen, çağdaş futbol oynayabilen bir takım hâline dönüşmesi ve Fatih Terim'in bu kez bunu sağlarken çok havaya girmemeye, olgun bir eda takınmaya özen göstermesi.
"Olgun davranması" değil de "olgun eda takınması" demem ise henüz kendisine bu konuda güvenemememden kaynaklanıyor. İşler iyi gidiyorken olgun ve yapıcı konuşmak kolaydır, kötü giderken görmek gerek. Nitekim 'play off' maçlarında liderlik tehlikeye girince (Trabzon beraberliği sonrası) soyunma odasına girerken eski o hırçın ve kolay sevimsizleşen tavrı su yüzüne çıktı, cezayı yedi.Son maçta bu yüzden takımını sahipsiz bırakacaktı ki, imdadına federasyonun kurallar ve uygulamaları konusundaki 'yap-boz'culuğu yetişti.
Terim'in bu seneki olgun ve olumlu tavrı beni ne kadar şaşırttıysa, A.Kocaman'ın takımı ve camiayı bir arada tutmak adına verdiği -kusura bakmasın ama- teknik direktörlük boyunu aşan demeçler ve sonlara doğru bunu istisnasız her maç sonrası yapacak kadar küçük Aziz Yıldırım rolüne soyunması da şaşırttı. Öyle ki, 'play off' serisinin ilk GS maçında deplasmanda hemen hemen hiç oynamadan ve Galatasaray'ın farkı kaçırdığı maçta 2-1'lik skorla 3 puanı cebine indirmişken dahi, bunun sevinciyle yetinmek ve sonraki maçlara konsantre olmak yerine hakem hakkında ithamda bulunmayı görev edindi. Trabzon maçı öncesinde de bunu sürdürdü. Kendi camiasını ayakta tutmaya çalışmasının bir yolu da illa ki bu -yine kusura bakmasın ama- sinsi provokasyonlar mı olmalıydı?
Koca sezondan hatırladığım başka neler var? Mesela BJK-GS 'play off' maçında sahaya inen ve Eboue'ye saldırmasına ramak kala engellenen fanatik taraftarın yakalandıktan sonra karakolda "arkamdan ittiler, reklam panolarına çarpmamak için sahaya girdim" demesinin serbest bırakılmasına yetmesi de bence unutulacak bir şey değil çünkü göreceksiniz Beşiktaş karakolundaki (basına böyle yansıyan) bu tolerans o kişinin bir başka maçta yine reklam panolarına çarpmamak(!) için sahaya girmesinin yolunu açmış oldu. Nitekim 10 yıl önce BJK-Gaziantepspor maçında da benzer fiilde bulunmuş aynı şahıs.
'Eboue' demişken onun da futbola konsantre olmak yerine seyirciyle oynayan sahte ve çocukça tavırları tecrübeli bir sağ bek olarak ilk seneden sahaya yansıttığı artılarını gölgede bırakacak türdendi. Hatta birkaç yıl öncesinin Keita'sını hatırlattı bana zaman zaman. Elmander gibi sadece topa enerji harcamak ve iyi niyetten ödün vermeden oynamak çok mu zordur bir futbolcu için?
Mesela Melo... Attığı bir gol sonrasında GS seyircisine kalbinden avuç avuç sevgi yollar gibi bir sevinç gösterisinde bulunmuştu. Bu şovun bir pitbull gibi, hele işeyen bir pitbul gibi seyirciyi coşturmak adına yaptığı şovdan çok daha sevimli olduğunu göremiyor mu daha sonra ekranda kendisini izlediğinde..?
Fenerbahçe'nin (yüzünü dahi ekranda görmeye dayanamadığım) Emre'nin hırçınlıklarına değinmeye gerek yok; Fenerbahçeliler dahil herkese gına gelmiş durumda ama bu sezon onun bu hırçınlıklarını tek hareketle gölgede bırakmayı da Zokora becerdi. O hareket kadar ona kırmızıyı gösteremeyen Kamil Abitoğlu da bence sezonun unutulası unutulmazları arasında...
Başka neler kalacak aklımda?
Fenerbahçeliliğiyle bilinen M.A.Aydınlar'ın kısa süreli başkanlık döneminde en çok Fenerlilerle kavgaya tutuşması onun adına herkese nasip olmayacak(!) türden futbolun cilvesiydi sanki.
Beşiktaş kulübü başkanlığı, ne Beşiktaşlıların ne de başka takım taraftarlarının içine pek sinmemiş olan Y.Demirören'in bununla yetinmeyip daha da üst mertebeye çıkarak ülke futboluna başkanlık etmesi ise neyin cilvesidir, onu uğraşsam da izah edemem herhalde.
Dün oynanan Süper Final'e kadarki 'play off' sürecinde maçların hemen ardından ekrana gelen Ş.Büyüka'nın yarış kızıştıkça ağzının kulaklarına varması, bazı maçlar sonunda ise somurtması 'play off' sürecinin perde arkasının başlı başına bir göstergesi gibiydi.
Trabzonspor'la Beşiktaş'tan biraz daha söz edip yazıyı dünkü finalle tamamlamak niyetindeyim:
Trabsonspor'la ilgili bu sezon ne hatırlıyorsunuz diye sorsalar, sezon başında deplasmanda oynadıkları İnter maçı ve sadece Burak Yılmaz derdim. Burak 'skorer'lik anlamında mükemmel bir performans gösterdi bu sezon ama bana neden hâlâ her türlü özelliği olan dört-dörtlük bir santrfor gibi gel(e)miyor, bilmiyorum. Sürekli diri kalmasının ve ayağına oturduğunda topa sert ve düzgün vurabilmesinin dışında bir özellik göremediğim için onca golü karşısında çelişki yaşıyor kendisine haksızlık ediyor hissine kapılıyorum. İyi bir deplasman golcüsünden öte değilmiş gibi geliyor bana hâlâ.
Beşiktaş'a gelince hangi maçını hatırlasam Quaresma'ya sinirlendiğim pozisyonlar geliyor hep gözümün önüne. İnsan arkadaşlarıyla halı sahada oynarken bile bu kadarına katlanamaz hır çıkar gibi geliyor; kaleyi görmeden, arkadaşları pozisyona girmiş mi (ki, hemen her pozisyonda iki-üç arkadaşı ondan pas bekliyor oluyor) ona dahi bakmaya tenezzül etmeden şutlar çekmesi bir izleyici olarak beni rahatsız ederken kim bilir takım arkadaşları ve hocasına neler hissettiriyordur? Ona Q7 demek bazen Audi'nin marka imajına haksızlık etmek gibi geliyor.
Lüks tekneler için sıkça söylenen söz, onunla Beşiktaş seyircisi arasındaki ilişkiye de cuk oturacak gibime geliyor ama kim bilir ne zaman?
Öyle tekneler vardır ki, bir alınca sevindirir bir de satınca...
Evet dünkü maça gelelim:
Galatasaray'ın sezon boyunca daha olumlu daha doyurucu futbol oynadığını düşünürseniz hak edenin kazandığı bir şampiyonluk oldu diyebiliriz. Dünkü maça gelene kadar sadece FB ile oynadığı iki lig ve bir 'play off ' maçlarına dahi baksanız her ne kadar bir beraberlik ve birer galibiyetle eşit puan almış da olsalar, o üç maçta Fenerbahçe sadece Saraçoğlu'ndaki ilk 25 dakika top oynamış geri kalan 245 dakika üstün olan taraf Galatasaray olmuştu. Sırf o yüzden bile yazık olurdu normal sezonunu 9 puan önde bitirdiği sezonda son anda şampiyonluktan olması. Fenerbahçe seyircisi bu şartlar altında son raddeye kadar şampiyonluk kovalayan takımlarıyla gurur duymalı. Bu sezonu bir Türkiye kupasıyla kapatırlarsa teselliden öte bir mutluluk duymalılar. İki takıma da bu anlamda tebrikler...
Bu sabah düşündüm: Keşke kavga-dövüş-dedikodu-itham ve stresle geçen koca bir sezonu dünkü maçın sonundaki tek bir enstantane ile hatırlayabilse herkes. Bitiş düdüğü ile birlikte Gökhan Zan ile Volkan Demirel sarmaş dolaş olmuşlardı...
Fenerbahçe yöneticileri madem stat görevlilerine şalter indirtecekti bari, tam Volkan'la Gökhan sarılmışken sönseydi ışıklar, orada bitiverseydi bu stres dolu kirli şov.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder