Frank Rijkaard’ın 47 yıllık ömründe öğrendiği birçok şeye yenilerini öğrenmeye başladığı günlerden geçiyoruz. Muhtemeldir ki hoca ve ekibi şimdi düşünüyorlar, ne oldu da acaba bu futbolcular bir anda bu kadar düşüverdiler. Çoğunluğunu Türk vatandaşlarının oluşturduğu bir ekip ile çalışıyorsanız, azınlığı da psikolojik olarak etkileme şansları varsa, bu çöküntüyü önce anlamak, sonra çözmek Rijkaard için çok yeni bir tecrübe olacak muhtemelen.
Maç öyle ya da böyle olmuş, çok önemli değil. Telafisi olan bir maç, kaldı ki 2 tane pozisyon topu direkten geri gelmiş. Milim hesabıyla kaçmış galibiyet. Önemli olan bunlar değil.
Önemli olan bir frikiğin başında 4 kişinin ego savaşı, burnunun dibindeki topu alıp korner atmaktan imtina eden, “buyursun atsın” tavırları.
Bu kalibrede bir Galatasaray kadrosunu ne bitirir? Üç harfli tek kelime; “ego”. Herkes “ben” demeye başladığı an, evin yolu bulunmaz. Yıldızlar, arzu ettikleri “poh poh”u görmediklerini düşündüğünde küsecek, ısınmaya çıkmayacak, pas atmayacak ve en önemlisi hücum anında hareketsiz, savunma anında kayıtsız kalacak ise; buna mukabil oyunun hamallığını çekenler bir süre sonra “yerim sizin havanızı, ben de asılmıyorum lan”a gelecek ise; o iş yatar arkadaşlar.
%100 öyle mi oldu Strum Graz maçında? Olmadı ama iki maçtır emareler fena. Bu “trip” psikolojisi fena halde bulaşıcıdır, bireyleri hızla yanlızlığa, takım bilincini ise yoklara iter. İki maçtır can sıkıcı şekilde bu hissediliyor.
Erken form tutmuş olmak, süper bir başlangıç yapmak, her türlü methiyeye maruz kalmak sürekli olamaz. Düştüğünüz zamanlar da olacaktır elbet. Mesele, takım için de, kenardakiler için de bu geçiş dönemlerinde ayakta durabilmek. İlk zoru görünce “trip” hadisesine başlarsanız, önce tribün başlar uğuldanmaya, sonra kulübe. Yaşlı, genç, yerli, yabancı, evlat, el ayırmadan.
Strum Graz maçının benim için özeti bu. 4-4-2, 3-5-2’den önemli sorunlar olabilir, müdahale zamanını geçirmemek lazım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder