20 Mayıs 2011 Cuma

florya’ya tv kameraları yerleştirilirse, belki...


Ne tesadüf (mü) ki, tam da o muhteşem zaferin 11. yıl dönümüne denk gelen günlerde duyulmaya başlandı Ünal Aysal’ın Terim’le anlaşmak üzere olduğu. 

Doğrusu eskiden olsa bir antrenör, hele çok iyi bildiğimiz bir antrenör göreve geldiğinde hemen fikir beyan edebilir, yorum yapabilirdik. Şimdi buna pek cesaret edemiyor insan. 

Rijkaard geldiğinde sevinmiştik de ne oldu? Ya da Schuster geldiğinde Beşiktaşlılar az mı sevinmişti? Tersi de söz konusu; Aykut Kocaman’ı ilk devre sonunda gerisin geri Anadolu kulüplerine göndermeye çalışanlar şimdi sağda solda çıkan “Fener yönetimi Aykut’la sözleşme uzatmayacakmış, Lucescu’yu getireceklermiş” haberlerine anlam veremeyip bozuluyorlar. Hadi bizde antrenör kovmak, yenisini getirmek ‘çocuk oyuncağı’ haline geldi diyelim; yurt dışında da tanıdık isimlerle ilgili benzer sürpriz gelişmeler olmuyor mu? 

Bakınız Cristoph Daum, bakınız: Eintracht Frankfurt. Daum’un antrenörlük konusunda başarısı sadece Türkiye’de değil Almanya’da da inkar edilemez bir gerçek(ti). Ama olmadı işte, Frankfurt’un küme düşmesine engel olamadı. Diyeceksiniz, “sezon başından beri görevde değildi ki, sadece son 8 hafta takımın başındaydı” İyi de, 8 haftada bir tek galibiyet bile aldıramadı takıma; hani dâhiydi? Aynı takımın Daum’dan bir önceki hocası da bir zamanlar Bundesliga’nın en genç hocası olma unvanına sahip (sanırım hâlâ da kendisinde bu unvan) Skibbe’ydi. Yani bu sezon başında birileri size "yılların E. Frankfurt’unu Skibbe + Daum el birliğiyle küme düşürecekler" deseydi, inanır mıydınız? 

Demek ki, olmayınca olmuyor. Sadece hocanın bilgi ve tecrübesi değil, onun takımla ve kulübün yönetimiyle uyumu da önemli; hatta kendi ekibiyle ve tribünle uyumu da önem kazanıyor. 

Dönelim Terim’e... 

“Taç giyen baş eğilir” sözünün tersine, taçlandıkça havaya giren bir hoca var karşımızda. İlk görev süresinde Galatasaray’a yaşattıkları hâlâ GS’lilerin rüyalarını süslüyor (rakiplerin de kâbuslarını) ama ikinci gelişinde yaptıkları da akıllarda. Hatta ilk döneminde Florya’daki her şeye, çiçek böcek konularına bile müdahale eden İmparator'un ikinci gelişinde futbolculara değil, yardımcısı Müfit’e direktifler vererek takımı yönetmeye çalıştığı da kulağımıza gelenler arasında. 
 - Müfit, söyle şunlara 5 tur daha koşsunlar... 

Uzaktan kumandayla yani... 

Günahı boynuna ya da bu tür “havaya girmiş, kendi antrenörlük yapmıyor” söylentilerini çıkartanların boynuna. 

Belki artık Müfit Erkasap’ın da bu tarz antrenörlüğe karnı tok olduğu için daha aç ve genç bir ekip seçmiştir bu sefer hoca. Hasan, Vedat ve Ümit (kulağa çok hoş ve bir o kadar da boş geliyor doğrusu) belki o yüzden devrededirler bu sefer. 

Yazımın başlığında ne demek istediğimi anladınız; ama biraz daha açarak yineleyeyim ve noktalayayım yazıyı. 

İmparator'umuz artık hem başarıya aç değil hem de cüzdanı dolu... Son Hagi vakası onun ilk dönemindeki başarısına gölge düşürmek isteyenleri de susturur cinsten oldu. Hatırlarsanız, bazıları ikinci Terim dönemindeki başarısızlığı “zaten UEFA Şampiyonu olurken de onun yaptığı bir şey yoktu, asıl zafer Hagi’nindi” diyenler bu sezon gördü(k) ki, o kadar da basit değilmiş bu işler... 

Terim’in gelişi belki 2-3 sezondur uçup giden disiplini geri getirir Florya’ya ama başarıyı da getirir mi işte onu kimse bilemiyor. 

Bekleyip göreceğiz. 

Benim bildiğim bir şey var: Kaç kere, gerek GS’nin başındayken gerekse milli takımın başında hocayı kameraların kendisini çektiğini görür görmez ayağa kalkıp eliyle, koluyla, mimikleriyle bir şeyler yapmaya çalışırken yakaladım. Birden bire bir şeyler yapmaya başlıyor, en azından çalışır gibi yapıyor, kameraların kendisine doğrultulduğunu görünce. 

O zaman Ünal Aysal ve ekibinin ilk işi Florya’da antrenman sahasına ve soyunma odalarına TV kameraları yerleştirtmek olmalı... 

Yalnız şunu da ekleyelim: Bu saatten sonra sadece GS TV’nin kameraları yetmez İmparator’a!

1 yorum:

mehmet akyüz dedi ki...

daha boş bir yazı okumamıştım. tebrik ediyorum.