2 Şubat 2010 Salı

transferler sonrası galatasaray

Devre arasında yoğun bir transfer gündemi yaşadı Galatasaray. Transferi her daim, her mevsim seven Türk futbolseveri, gazetecisi, yorumcusu da keyfini çıkardı bu hareketli dönemin. Transferleri, gerekçelerini, olası katkılarını değerlendirelim…

Önce gerekçelerinden başlayalım… Rijkaard Galatasaray'ının yapmak istediği şey, topu, sahanın her noktasında hakimiyeti altında tutmak. Bunun yolu top hakimiyeti yüksek futbolcularla oynamaktan geçiyor. İlk yarı Galatasaray'ın bu konuda sıkıntı yaşadığı iki pozisyon vardı; stoperleri ve önliberoları. Savunmada, bu işi hakkıyla yapabilen neredeyse hiçbir futbolcu yoktu. Servet, Gökhan Zan, Emre Aşık, Emre Güngör; pas özellikleri olmayan oyuncular; az dahi değil yok. Bu açığı kapatmak için stopere çekebileceğiniz Hakan Balta ve Mehmet Topal ise esasen stoper değiller. Kaldı ki isimlerini saydığımız altı oyuncunun Servet hariç diğerlerinin devamlılık sorunu da var. Ve savunmacılar, önliberolar dışında bir diğer ihtiyaç, Baros'un yokluğunda, Nonda'nın teknik yönetimi tatmin etmediği noktada, yerli alternatifsizlik de malum iken, santrafor sorunu.

İşte bu noktada savunmaya Lucas Neill transferi geldi. Geçmiş kariyeri, Premier Lig geçmişi artı hanede. Avustralyalıların önemli liglerinden birine (Petkovic, Djite, Troisi, Jedinak, tabii ki Kewell) ve onda da Avustralya futbolunun kralının takımına gelmiş olmak, lehine unsurlar. Mevkii itibariyle yaş konusu da sorun edilecek kadar ileri değil. Kalıyor geriye saha içi performansı ve uyumu. Karakteri ve duruşu itibariyle uyum konusunda sorun yaşamadığını görüyoruz, bu güzel. Ve en kritik nokta, saha içi performansı. Yukarıda yazdığım Galatasaray savunmasının teknik eksikliği, belli ki ikna turlarında kendisine uzun uzun anlatılmış. Defansif patronluk yapıyor, bu konuda liderliği zaman içinde diğer savunmacılar tarafından da net kabul görecektir. Pasör olmak için çaba sarfediyor, öne çıkmak istiyor. Bu bir ispat mücadelesi, bir yerde. Bu sebepten hata da yapıyor. Kaptırdığı toplar oldu, tehlike de yarattı. Olsun, kesinlikle ilk izlenim, Galatasaray'a faydalı olacak bir oyuncu. En önemli artısı, sahada bir duruşu olması. Silik, kayıp bir oyuncu değil. Özetle, doğru transfer olduğunu düşünüyorum.
Önlibero transferi, bence Galatasaray'ın en önemli hamlesiydi. Diyeceksiniz ki, Galatasaray önlibero almadı ki? Doğrudur, almadan yaptı transferi, hem de kadro içi birçok denge sorununu da çözerek. Mustafa Sarp, beklenenin üzerinde sergilediği performansı ile, bu sezonun önemli katkı sağlayan oyuncularından biri. Beklenti-sonuç dengesinden yaklaşırsak, birincisi. Yukarıda saydığım stoperlere paralel olarak, pas yönü kısıtlı. Teknik bir futbolcu değil. Ancak mevkii itibariyle en merkezi oyun kurma pozisyonunda forma buluyor. O mevkiiden yapılacak pasların servis kalitesi önemli, kıymetli hücumcularınızı oyuna dahil edebilmek için. Ayhan'dan ümitli idi herkes, Ayhan kötü bir sezon geçiriyor. Mehmet Topal ve Sarp yan yana fazla uzun ve defansif kalıyorlar. Tam bu noktada transferi takım içinden yaptı Rijkaard ve Elano'yu bir adım geri aldı. Dünya Kupası öncesi, kadroda yerini sağlamlaştırmak isteyen Elano, milli takımdaki görevine paralel bu pozisyonda geride bıraktığımız iki lig maçında, 90 dakika sahada tutulmasa da, önemli katkılar sağladı. Vatandaşı Jo'nun katılımı, alışma sürecini geride bırakması ve tekrar ediyorum Dünya Kupası etkisi, Elano'nun Galatasaray'ın en önemli devre arası transferi olduğunun göstergesidir.

Ve santrafor meselesi… Futbolcu transfer ederken, hele ki geleceği olan ve geleceğine yatırım yapma ihtimali olan futbolcuyu transfer ederken Avrupa Kupaları'nda oynayıp oynamayacağı detayında boğulmadan Jo'yu kadrosuna katan yönetim kararını desteklediğimi belirtmek isterim. Daha düne kadar değeri 20 milyon Euro'larla ifade edilen bir oyuncuyu bünyeye katmak, iyi bir iş. Doğrudur, herkes isterdi Avrupa Kupaları'nda da forma giyebilsin ama giyemiyor diye Jo'yu elinin tersiyle itecek bir takım değil Galatasaray. Santrafor sorunu Avrupa'da nasıl çözülür, işte onun cevabı zor. Yeni bir transfer daha yapılmayacaksa (ki yapılmamalı), Baros ve Kewell da en azından Madrid serisine yetişmiyorsa, kalıyor geriye Keita, Gio ya da Arda seçenekleri. Bu noktada tercihim Giovani dos Santos'tan yanadır. Arda ve Keita'yı bu şekilde kullanmak, onları gerçek katkılarından uzaklaştırmak demek oluyor, bence makul değil.
Yeri geldi, Giovani dos Santos transferini de değerlendirelim. Jo ve Gio için en kıymetli hadise, belirtildiği gibi ise,  satın alma opsiyonlarının Galatasaray'da bulunmasıdır. Geri dönülemez şekilde bağlandı ise opsiyon meselesi, zaten çok kıymetli olan oyuncuların transferleri çok daha kıymetli hale gelmiş demektir. İkisinin de ortak özelliği, yaşlarının son derece genç olması ve kendilerini göstermek için fırsat kolluyor olmalarıdır. Premier Lig'de yedikleri "başarısız" damgasını temizlemek için Avrupa'ya ve ülkelerine kendilerini kanıtlama yarışına girmişlerdir.

Kağıt üzerinde olumlu olarak nitelendirebileceğimiz, makul transferlerin gerçek kıymeti, sürekli olarak kadroda yer aldıklarında, bireysel katkıları ve kolektif uyumları sonucunda anlaşılacaktır. CV'lerinin kıymeti, sahada sonuca katkı sağlamadıkça kimseye bir şey ifade etmez. Rijkaard ve ekibi, gerçek şu ki, sezon başındaki kadroya oranla çok daha akıllarına yatan, sistemlerine yatkın bir kadroya sahipler şu an. Kadronun uyumu ve yıldızların etkin kullanımı konusunda sıkıntı yaşamazlarsa, başarılı bir sezon sonu Galatasaray'ı bekliyor olabilir. 

by Nurullah Bakır

3 yorum:

etrixler dedi ki...

Akilci yorumlar, yerinde tespitler... spor basininin magazinsel kliselerinden uzak durmasiyla farklilasan bir yazi... tebrik ederim.

ive dedi ki...

emre güngör'e top çıkaramıyor deme yahu, sakat de,kendine bakmıyor de küfret, söz ama top kullanamıyor deme :) geçmişi hatırla...

Plaza Gurusu dedi ki...

Sevgili Nurullah,
tam da Galatasaray'ın art arda gelen yeni transferleriyle ilgili bir yazı yazayım ve o yazıyı da basketbolla bağlayayım diyordum ki, senin bu güzel yazını gördüm. Ve bu konudaki yazı isteğimi yorum olarak geçiştiriyorum:

Ben (biraz arsızca) yapılan bu transferleri gördükçe nedense aklıma bu sene GS'nin basketbolda yaptığı malum fiyasko geliyor. Ben o olay duyulduğunda o utancın en güzel şu şekilde temizleneceğini düşünmüştüm. GS yönetimi çıkar ve bu olayın sorumlularının istifa ettiğini açıklamakla kalmaz aynı zamanda federasyona "bizi küme düşürün" diye talepte bulunur diye ümit ettim. Uzun yıllar unutulmayacak bu lekeyi en onurlu şekilde öyle temizlerler ve 2. ligde verecekleri mücadele ile tekrar 1. lige çıkmaya çalışırlar, zevahiri değil onurlarını kurtarırlardı. Yönetim olarak geleceğe bırakacakları kötü mirası böyle temizlerler diye ummuştum. Ancak, bırak bunu denemeyi, gelen cezaya itiraz bile ettiler. Ve şimdi 3 maç daha az puan silinecek diye utanmadan sevinebiliyorlar. Yakın çevreme neden bu şekilde davranmadılar diye dert yanarken her seferinde aldığım yanıt: Çok para harcadılar baskete de, onu sokağa atamazlardı hem Avrupa kupalarında da mücadele ediiyorlar falan gibi açıklamalar duydum! Şimdi soruyorum: GS basket takımı kendi isteği ve tercihiyle 2. lige düşseydi, bu Joe'lara, Santos'lara verilen paralar (ki o kadar paraya da gerek olmazdı) seneye basket takımını tekrar 1. lige çıkartmak için harcansaydı, Galatasaray'ın şanlı tarihine (birkaç gol fazla atıp belki bir lig şampiyonluğu daha -ki garantisi yok- ilave etmek yerine) çok daha güzel ve Galatasaray'a çok daha fazla yakışır bir eylem bırakmış olmazlar mıydı?