2 Mart 2009 Pazartesi

aziz yıldırım'ın tribün kültürü üzerine

Tribün kültürü çok fazla hakim olmadığım bir konu olduğu için hakkında post yazmamayı ya da kelam etmemeyi tercih ederim. Tribün ile ilgili konulara değinmek gerekirse bu işi, blogun eli post yazmaya gitmeyen üyesi btbirikim ve Rakamla 10'dan 1903 iyi yaparlar.
Lâkin amatörce de olsa tribün hadisesi hakkında boyumuzdan büyük laflar edeceğiz bu postu yazmadan da duramadık btbirikim'i ikna edip de gittiğimiz Fenerbahçe-Sivas maçı sonrası. btbirikim ile maça girdiğimizde yaklaşık 1 saat vardı maçın başlamasına ve stadyumun yüzde 70'i boştu. Stadyumun dolması için maçın başlamasına 5 dakika kalması gerektiğini tribünleri görünce anladım. Gerçi taraftar dediğin adam için stadyuma gitmek bir keyif olmalı. Hani maça 5 dakika kala değil de 1 - 1.5 saat önce gelmeli ki ortamı görsün, heyecanlasın, maçı seyretmeyi, takımına destek vermeyi daha çok istesin. Hani Şükrü Saraçoğlu'nda geçirilen 3 saat sonrasında insan neden bu stadyuma gelsin sorusunu sordum kendi kendime. Biliyoruz Aziz Yıldırım taraftar grupları ile pek iyi geçinemiyor. O daha "endüstriyel, cicili-bicili" kısacası A segmente uyan taraftar istiyor. Gelsin mağazasından kıyafetini alan ve giyen, formasıyla edebini toplayıp maçı izleyip destek veren taraftar profilini benimsiyor. Pankartı olmasım ama forması, atkısı olsun taraftarın zihniyeti mevcut herhalde Yıldırım'ın aklında. En azından izlenim o yönde. Bu durumun sonucunda da kocaman bir stadyumun hiçbirinde ne adam akıllı bir pankart ne de bayrak görebildik. Açılan tek pankart da çıkış kapısının ordaki duvara asılmıştı, tribünle ilgili olmayan bir yere. Kişisel olarak elinde pankart tutmak ya da kaldırmak isteyen taraftar için ise güvenlik devreye giriyor. Böylece "endüstriyel futbolun" ve Aziz Yıldırım'ın istediği tezahürat yoksunu 50 bin kişilik bir kitle ile muhattap oluyor Şükrü Saraçoğlu'na gidenler. Allah'tan İnönü'de şimdilik en azından pankartlar açılıyor, tribünler bu kadar "sosyetik" kimliğe büründürülüp, yabancılaştırılamıyor. Şükrü Saraçoğlu'nda gördüğüm bu "tribün katliamından" sonra btbirikim'den uzunca zamandır dinlediğim şikayetlere de hak vermedim değil.
Ertesi gün Paris Saint Germain - Nancy maçında PSG tribünlerini görünce bir kere daha anladım tribünden tribüne nasıl bir fark olduğunu. Yukarıdaki iki resim Fenerbahçe ve PSG tribünlerinden. Kulüplerin taraftarlara ve tribün kültürlerine yaklaşımını göstermesi açısından oldukça anlamlı olduğunu düşünüyorum.

1 yorum:

FASLI dedi ki...

Benim çocukluğum Bursaspor,kapılı kale arkasında geçti.Tribün nedir iyi bilirim.Boynu bükük cümleler de kurabilirim,afilli laflarda edebilirim.Fenerbahçeliyim.Yıllardır uzaktan izledim Fenerbahçeyi.İstanbula gelmemle özellikle 2005-2006,2006-2007 sezonunu hiç boş geçmedim.Aziz Yıldırım'ın müdahalesiyle çeki düzen verilen tribünlerden kimisi mutlu kimisi mutsuz.Tribünlerin değişmez müdavimleri olan pankartlar artık yok,doğru ama eski ile yeni arasında eskiyi özleyenlerle,yeniyi beğnenenler eşittir.çünkü evli değilken taraftar arasına girip avazımız çıktığı kadar bağırırdık,evlenince insan daha sakin bir ortam istiyor.Küfür istemiyor.Tercih meselesi bir yerde ama eski havanın olmadığı kesin.bu duruma müdahale edecek birileri varsa o da taraftardır.Tabi bedava bilet peşinde koşup,olmayınca bağıran taraftarları kastetmiyorum...