2 Ocak 2010 Cumartesi

profesyonelliği severiz, işimize geldiği sürece...


Futbolcu gençtir, eğlenmek ister, kız arkadaşıyla gezerken, hele hele bir de onunla samimi pozlardayken, futbolcu haberlerinden geçinen bazı objektiflere yakalanmaya görsün, hemen “profesyonel oyuncu kendisine bakmalı, yaşamına çeki düzen vermeli” deriz. Bunu da bir önceki maçta futbolcunun takımı üç puanı alamadıysa daha yüksek sesle söyleriz, aldıysa gülüp geçerek söyleriz. Yani genç adamın antrenman saatleri dışında dahi eğlenebilme hakkını son maçta alınan skora endeksleriz. O, son maçı yedek kulübesinde geçirmiş olsa bile!

Futbolcu sakat ya da cezalı olmadığı halde, sadece antrenör tercihine bağlı olarak (kimi zaman o tercihin yanlış olduğunu söyleyip dursak da) haftalarca yedek kalmayı sükunet içinde kabul etmezse, bunu yadırgar  “profesyonel futbolculukta bunlar var, hazmedip çok çalışarak formayı yeniden kapmaya çalışmalı” deriz.

Futbolcu kulübün altyapısından yetişmiş, kısa sürelerle kendisine şans verildiği zaman bile yakaladığı gol fırsatlarını değerlendirmesini bilmiş, bir sezon boyunca neredeyse hiç, art arda 5 hafta ilk 11’de çıkıp 90 dakikayı sahada tamamlayamadığı halde kritik gollere imza atmış, bu sayede ulusal takıma kadar yükselmiş olabilir. Ertesi sezon ona verilen paranın 7-8 katı ödenerek başka bir ligden golcü getirilir ve gelen golcü takıma onun onda biri kadar bile fayda sağlayamaz ama biz “nöbetçi golcü” futbolcumuzdan yedek kalmayı hazmetmesini isteriz/bekleriz. Çünkü profeyonel bir futbolcudur o ve profesyonellikte bu (gencecik yaşta, sabır taşı olmak) da vardır.

Takımı kendisine teslim etmek için iki sezon önce kovduğumuz bir hocaya, yeni çalıştırdığı takımdan kopmasını sağlayacak kadar çok parayı öder profesyonel olduğu için çalıştırmakta olduğu takımı yarı yolda bırakıp takımımızın başına geçmesini bekleriz çünkü hoca da profesyoneldir. Ama aynı hoca, benzer profesyonelliği bir de bizim takımı bırakıp başka takıma giderek gösterirse (bu konuda bizden daha bonkörü çıkarsa mutlaka yapacaktır, çıkarsa tabi) o zaman hocanın bizi “düpedüz satmış” olduğunu iddia ederiz.

Dönelim profesyonel olmasını istediğimiz futbolcumuza: Kendisine müzmin yedekliği reva gördüğümüz golcümüzle biraraya gelip birkaç dakika sohbet etmeden ve ona önceden bildirme gereği duymadan sözleşmesini dilediğimiz gibi uzatırız ve fakat o buna bozulur da tepki göstermeye kalkarsa çok kızarız (ki bu “yaptık oldu bitti” tutumu daha önce bir başka faydalı oyuncunun takımdan kopmasına sebep olmuştur; o zaman da biz bu hatadan dolayı  kendimizi değil “tutumlu” bazı menajerleri suçlamayı marifet saymışızdır) Futbolcumuz bizim alt yapımızdan yetişmiş olduğu için ona köle muamelesi yapmayı kendimizde hak görürüz. Şimdi bu futbolcumuzun tepkisini anlamsız bulanlar şunu da iddia etmekteler: Madem sözleşmesinde böyle bir madde vardı, zamanında itiraz edip kabul etmeseydi. Sanki birkaç sene önce, yani futbolcumuz daha da gençken ve yeni yeni milli olmaya başlamışken o maddeye imza atmakta direnip sözleşmeyi imzalamasaydı “milli oldu, iyice havaya girdi” diye suçlamayacaktık kendisini. Sanki o zaman “Aferin ona, profesyonelce davranıyor” diyebilecektik.

Futbolcularımızın ne kadar profesyonel olup olmadıklarını günlerce tartışabiliriz de, onların dışında kalan futbol camiasının yani “taraftar-medya-yönetici” üçgeninin sağduyusunu ve nesnelliğini ne zaman tartışmaya açacağız?

by taytay 

2 yorum:

es dedi ki...

10 numara bir yazı olmuş

bonaventure dedi ki...

yazının güzelliği bir yana böyle bir yazıda kayserideki zibideleri kaale bile almaman daha bir güzel olmuş.